1.0 the burnt milk

304 46 129
                                    

07.09.2020
02.30

Ayna karşısında durmuş saçlarını ören Renee'yi izliyordum. Örgüsünün ucuna ufak bir toka bağlayıp aynadan bana bir bakış attı. Göz göze geldiğimizde sırıtıp göz kırptı. Bu hâline onun bir iki adım gerisinden kıkırdarken elimdeki kırmızı ruju dudaklarıma sürdüm.

Hiç uyuyamadığım günlerden biriydi. Zaten sabaha karşı geldiğim evime huzurla giremediğim için uyuyamamıştım ve bu saate kadar ne kadar olduğunu bilmediğim kadar fazla kahve içip durmuştum. Midem kahveden dolayı, gözlerim uykusuzluktan dolayı ağrıyordu. Gözlerimin beyazı kıpkırmızı olmuştu ve renkli gözlerim olduğu için korkunç görünüyordu. Gözlerimi sıkıca birbirine bastırıp açtım ve kendimi kamufle etmek için makyaj yapmaya devam ettim.

"Senin saçlarını da örelim mi?" Renee'nin bana yönelttiği sorusu ve bakışlarıyla birlikte bakışlarım aynaya kaydı. Ellerim ben farkında olmadan saçlarım arasına giriverdi.

Bana böyle güzel şeyler yakışmazdı ki.

"Yakışmaz ki." Kaşları çatılırken dudak büktü Renee ve gücenmiş gibi baktı bana.

"Ne demek yakışmaz. Şu gözlere baksana sen. Bu gözlere yakışmayacak tek bir şey söyle bana. Söyleyemedin değil mi? Çünkü yok." Tek nefeste kurduğu cümlelerine karşılık kıkırdadım.

"Söyleyemedim çünkü fırsat vermedin Renee. Hem baksana, örgü için çok kısalar. At kuyruğu yapacağım ben."

Omzuma bir çimdik atıp ayaklarını yere vura vura içeri yöneldiğinde saçlarımı gelişi güzel tarıyordum. Bileğime lastik bir toka geçirip makyaj malzemelerini topladıktan sonra ben de onun peşinden içeri ilerledim.

Koltuğa bağdaş kurarak oturmuş, telefonunu önüne açık şekilde bırakmış, tırnaklarını ekranda tıkırdatıyordu. Birinden haber bekliyor olmalıydı.

"Ne oldu? Seninkiler mi kayıp yine?"

Renee'nin haber beklediği Mark olmalıydı. Renee genelde Mark'ı beklerdi.

"Ay hayır. Yani umarım. Bilmiyorum. Off iki gündür otele gitmiyor aptal çocuk unutmuş olamaz yolu değil mi?" Sıkıntı içinde bana döndüğünde az daha gülecektim ama gözlerimi yavaşça ondan çekip pencereden dışarı baktım.

"Yani... Bilemiyorum, biliyorsun, Mark bu. Yanındaki de Yangyang yani, ne kadar uygun bir kombinasyon... Bilemiyorum, açıkçası." O oflayarak tekrar telefona döndüğünde ben de mutfağa ilerledim.

"Kahve yapacağım, ister misin?" Press'e kahve koyarken içeri, ona doğru seslendim.

"Benim için sütlü yaparsan içerim." Homurdanarak cevap verdiğinde hafifçe kıkırdadım ancak ona cevap vermedim.

Kahveyi demleyip onun için ocakta süt ısıtacakken çalan kapıyla eş zamanlı olarak ayaklanan Renee'yi izledim. Peşinden ilerlediğimde çoktan sarmaş dolaş olmuş Renee ve Mark'ı, kapıdaki gergin Yangyang'ı gördüm. Bir de... Yanlarındaki üç büyük boy bavulu...

Gözlerimi bavullardan alıp tek tek üçünün üzerinde gezdirdiğimde beni fark eden yalnızca Yangyang'dı.

"Günaydın Verena. Yandaki fırından çörek aldım senin için. Günaydın demek için yani." Her zamanki geniş gülümsemesiyle ve enerjik sesiyle  birlikte yine Almanca konuştuğunda usulca başımı sallayıp "Günaydın" dedim.

Disfruto | Liu YangyangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin