0.5 say cheese, strike pose

406 55 129
                                    

11.07.2020

17.00

Elimdeki kartondan yapılma kahve bardağını yavaşça çeviriyordum. Hamburg'da güneş batmak üzereydi. Sabahki olaylı başlayan kahvaltı sakince bittikten sonra hızlıca hazırlanıp evden ayrılmıştık. Birkaç müze gezdikten sonra Elbe Nehri kıyısına gelmiştik.

Akşamüzeri hava Hamburg'a rağmen ılıktı. Bahar bitmek üzereydi ancak geçen hafta yağan kardan sonra Hamburg'a yaz gelmeyeceğinden emin olmuştum.

Durgun nehir, batan güneşi içine çekiyor gibi görünüyordu. İkinin birleştiği yerde oluşan parlak ışık bir ateş gösterisi gibiydi, gözlerinizi alıyordu.

Mark ve Renee nehir manzaralı fotoğraf çekinmeye çalışıyorlardı, ancak Mark rahat durmuyordu. Renee'nin söylenmelerini duyabiliyordum. Yangyang evden çıkarken boynuna ufak bir fotoğraf makinesi asmıştı, gezdiğimiz her yerde yüzlerce fotoğraf çekmişti. Mark'la konuşmuyordu, zaten Mark da ona yanaşmıyordu.

Oturduğum bankta arkama iyice yaslanıp güneş gözlüklerimi gözüme indirip başımı gökyüzüne kaldırdım. Gözlerimi kapatıp etraftaki sesleri yok sayıp nehrin sesine odaklanmaya çalıştım. Gün sonunda yorgundum ancak bir şekilde huzurluydum.

Yakınımdan gelen flaş sesiyle gözlerimi açtım ve doğruldum. Gözlüklerimin ardındaki Yangyang'ın makinesini bana doğrulttuğunu görünce bir yandan gözlüklerimi çıkarırken öteki elimi onu durdurmak adına havaya kaldırmıştım. Ancak o, ben tam da bu haldeyken ve ağzım açıkken yüzüme bir flaş daha patlatmıştı.

"Ne yapıyorsun şuan?" Söylenmeme karşılık gülüp yerini değiştirdi ve başka bir açıdan fotoğrafımı çekmeye devam etti.

"Gerçekten, mimari bir obje miyim ben? Sabahtan beri çektiğin binalardan sonra beni çekiyorsun?" Ben konuşurken sürekli çekmeye devam etti. Ellerimi saçlarımdan geçirip başımı öteki tarafa çevirdiğimde bile çekmeye devam etti. Sürekli yer değiştiriyordu.

"Ben fotoğraf çekinmek istiyor muyum acaba, sordun mu?"

"Ben çekmek istedim?" Bir anlık başını kameradan çekip tek kaşını kaldırarak bana baktı.

Onunla uğraşılmayacağını anlayıp oflayarak önüme döndüm. Sinirlenmiştim ve belli olduğunu da biliyordum. Buna rağmen gülüp tekrar çekti fotoğrafımı. En son ona düz düz baktığımı görünce makinesinin boynunda sallanmasına izin verdi ve yanıma oturdu.

"Bakmak ister misin?" Yanıma oturunca gayet normal bir şey sorar gibi sorduğu soruyla ona baktım. Kafasını eğmiş boynundaki deri kayışın ucunda duran ufak fotoğraf makinesinin ufak ekranına bakıyordu.

"İstemem." Düz çıkan sesimle birlikte omuzlarını silkip kendi kendine bakmaya devam etti. Önüme dönüp tekrar nehri izlemeye başladım ancak güneşin batmış olduğunu fark ettim. Etrafı incelemeye koyulmuşken yanımdan gelen kıkırtıyla tekrar baktım ona. Çekik olmasına rağmen büyük gözleri iyice kısılmıştı. Dudakları aralanmış düzgün, beyaz dişleri görünüyordu. Kafasını elindeki makineye doğru eğdiği için alnına dökülen saçları kıkırdamasının etkisiyle dalgalanıyorlardı.

"Çok tatlı." Kendi kendine başka bir dilde mırıldandığında kaşlarım çatıldı.

"Ne?" Ters ters sorduğum soruyla bana döndü. Gülüşü durmamıştı ancak kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Şuna baksana Verena." Tekrar gülmeye başlarken kamerasını bana çevirdi. Gözlerimi elleri arasında ufacık kalan kameraya çevirdiğimde tek elini ekrana gölge düşmemesi için etrafına sardı. Ekranda ben vardım. Evden çıkarken beyaz tişörtümün üzerine giydiğim kot ceket oturduğum bankın sırtına asılıydı. Kollarımı birbirine bağlamış, kaşlarım çatılı ona bakıyordum. Her zaman sağ tarafa doğru ayırdığım açık kahve saçlarımı tersine doğru atmıştım.

Disfruto | Liu YangyangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin