0.6 photograph

377 53 114
                                    

29.07.2020

02.50

Eski binanın, küçük daireme uzanan kırık dökük merdivenlerini tırmanırken sessizdik. Renee benimle gelmişti. Sonunda beraber vakit geçirebilmeyi ummuştuk. Oturduğum caddenin başında Mark ve Yangyang'la yollarımızı ayırmıştık, bizi rahatsız etmeyeceklerine dair söz vermişlerdi.

Dairenin önüne geldiğimizde ellerimi kot ceketimin cebinden çıkarıp belimdeki ufak çantadan anahtarlarımı aldım. Renee yanımda durmuş, kapının kirişine omzunu ve başını yaslamış beni bekliyordu. Ona göz ucuyla baktıktan sonra kapıyı açmaya koyuldum.

Kapıyı açtığımda Renee önden geçip portmantodaki mindere oturdu. Kapıyı kapatıp karşısında dikildiğimde gözlerini kaldırıp gözlerime baktı.

"Yorulmuşum." Mırıldandı usulca.

"Hayır canım. Yaşlanmışsın." Üzerine basa basa konuştuğumda gözlerini devirdi ve eğilip topuklu botlarını çıkardı.

"Şu hâle bak ayakkabılarını bile oturup çıkarabiliyorsun." Dalga geçişime karşılık saçlarını savurarak başını kaldırdı ve gözlerini kıstı. Bu hâline karşılık kahkaha atmamak için kendimi kasmam gerekmişti.

"Sen kendine bak. Huysuz nineler gibisin." Göz devirme sırası bana geçtiğinde hızlıca ayakkabılarımı ve kalın, ağır kot ceketimi çıkarıp onun önünden içeri adımladım.

Benim bağdaş kurarak koltuğa oturmamdan hemen sonra Renee kendini koltuğa kelimenin tam anlamıyla attı.

"Çok pişmiş hamur gibisin şuan." Önüme dönüp telefonu arka cebimden çıkarırken söylendim.

"Hamburg bu kadar büyük müydü ya?"

"Hamburg daha büyük, ufak bir kısmını gezdik bugün sadece." Gelen mesajlara hızla cevap yazarken bir yandan da onu dinleyip cevap vermeye çalışıyordum.

"Neden o kadar yürüttün bizi? Senin ne zaman araban olacak, hız tutkunu?"

"Evin kirasını, faturaları rahatça ödeyebilecek hale geldikten sonra." Tekrar ona bakmadan konuştuğumda ofladı ve ben de ona döndüm kısa bir an. Boynunu koltuğun tepesine yaslamış gözleri tavanda dolaşıyordu.

"Çok çalışıyorsun, çok yoruluyorsun, neden hakkını vermiyorlar?"

"Dünya düzeni işte." Omuzlarımı silkerek cevapladım ve mesajlardan çıkıp ufak bir sosyal medya turu yapmaya koyuldum.

"Ailen çok zengin hâlbuki. Neden destek olmalarına izin vermiyorsun ki?" Sorusunun ardından gözlerini de bana çevirdiğini hissettiğimde oflayan ben olmuştum bu kez. Bir cevap vermediğimde derin bir nefes alıp devam etti sözlerine.

"Ne zaman bırakacaksın şu inadını? Sürünmek hoşuna mı gidiyor böyle?"

"İnat falan değil bu. Ayrıca sürünmüyorum, kendim kazanıp kendim harcıyorum. Sürünmek böyle bir şey değil." Ben önüme dönerken gözlerini devirdiğini fark ettim.

"Evet, sürünmenin de âlâsını çoktan yaşadığın için..." Tekrar cevap vermediğimde doğruldu ve kucağımdaki yastığı çekip kendi kucağına bastırdı. Ona kısaca bakıp tekrar önüme döndüğümde boğazını temizlemesiyle duraksadım sonra kafasını eğip göz hizama girdiğinde bir şey diyeceğini fark edip telefonu kapattım ve orta sehpaya bırakıp ona döndüm. Önüne gelen saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırıp gergince gülümsedi.

"Şey, buraya gelirken sosyal medyada paylaşım yapmıştım ya. Annen aradı beni." Konunun uzayacağını ve hiç de hoşuma gitmeyeceğini anlayıp oflayarak kafamı kanepenin tepesine yasladım ve o konuşurken tavanı izledim.

Disfruto | Liu YangyangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin