11.09.2020
01.40Hazırladığım içkileri yüksek tezgahın üzerindeki tepsiye bıraktıktan sonra hâlâ kovulmayan Lina'ya buraya gelmesini haykıran bir bakış attığımda etrafta gezinen bakışları hissetmiş gibi beni buldu. Sırıtışı hızla soldu ve seri adımlarla buraya yaklaştı.
Elini tepsiye attığında tepsinin benim tarafımda kalan ucuna asıldım ve bana bakmasını sağladım. Ters bakışlarıma karşılık gözleri kaçırıp tepsiyi çekmeye çalıştığında daha sıkı tuttum ve böylece omuzları düşse de bakışları bana döndü.
"Yine neyi yanlış yaptım Verena?" Bezmiş sesiyle söylendiğinde omuz silktim.
"Hiç. Uyarmak istedim sadece." Elimi tepsiden çekip önüme döndüğümde oflayarak tepsiyi aldığında kafamı hızla kaldırıp gözlerine baktım. Göz göze gelir gelmez hızla toparlandı ve kısa süre içerisinde masalar arasında tekrar kayboldu.
Saat gece yarısını geçeli çok oluyordu. Diğer günlerin aksine mekan sessiz ve sakindi. Melankoli insanların üzerine çökmüş birer kâbus gibiydi.
Hamburg'un üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Hava berbattı.
Renee ve Mark akşamüzeri Fransa'ya uçmuştu. Çoktan inmiş hatta dinlenmiş olmalılardı. Yangyang'la onları havaalanına götürmek yerine kaldığım apartmanın önüne bir taksi çağırmıştık. Mark kötü arkadaşlar olduğumuzu söyleyip dururken Renee havanın kötü olduğunu gelmememizin en iyisi olduğunu söyleyip duruyordu.
Onlar taksiye binip uzaklaştıklarında Yangyang bana dönüp kalacak bir yer bulmaya gideceğini söylemişti. Nedenini bilmediğim bir şekilde omuz silkmiş, sessiz olduğu sürece acele etmesine gerek olmadığını söylemiştim.
Ardından ben bara, çalışmaya gelmiştim. O ise söylediğine göre kendine kalacak yer arıyordu ancak bir yer bulacağını sanmıyordum.
Birkaç kişinin içkisini tazeledikten sonra başıma giren ağrıyla ellerimi tezgâha yaslayıp başımı eğdim. Derin bir nefes alırken tek elimi kaldırıp şakaklarımı ovaladım. Elimi indirmeden saçlarıma ilerleyip çekiştirdim.
Eğik duruşumdan bakış açıma giren, bu tarafa yaklaşan bedenle başımı kaldırıp baktım. Ancak onu görmemle sıkıntılı bir nefesi verip başımı eğmem bir oldu.
"Selam güzelim." Ağzındaki sakızdan ya da kişiliğinden kaynaklı olarak gevşek çıkan sesiyle birlikte başımı kaldırmadığım gibi bir yanıt da vermedim.
Benden bir yanıt beklemesi ise onun hatasıydı.
"Ne yani? Yüzüme de mi bakmayacaksın?" Şaşkın çıkan sesiyle birlikte duruşumu bozmadan sadece gözlerimi kaldırarak ona baktım. Üzerine siyah bir gömlek vardı. Yakası açıktı, kollarını yukarı doğru toparlamış, tenini açıkta bırakmıştı. Bembeyaz teni parlıyordu. Yüzüklerinin parlattığı ellerini tezgâha yaslamış, kirpiklerinin arasından bana bakıyordu. Sarı saçlarının bir kısmı alnına düşmüştü. Parlak sarı saçlar... Bir zamanlar parmaklarımın arasında dolaştığı sarı saçlar.
"Yüzüne bakılmayı hak ettiğini mi düşünüyorsun?" Tıslar gibi çıkan sesimle birlikte ellerimi sıkıca yumruk yaptığımı fark ettim.
Ellerime baktı. Hafifçe güldü ve dirseklerini tezgâha yaslayıp bana yaklaştı.
"Yüzümü ne kadar çok sevdiğini biliyorum." Gülme sırası bendeydi. Söylediklerine gülüp geri çekildiğimde beni inceleyen ela gözlerinden bakışlarımı kaçırırken buldum kendimi. Kaçmamalıydım oysa ki. Dimdik durabilmeliydim karşısında. Titreyen ellerimi göğsümde birleştirip dişlerimi sıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Disfruto | Liu Yangyang
Fiksi PenggemarKaosu kucakla. Anıları kovala. Gözlerini aç. Gözyüzüne bak. Özlemeyi bırak. 26.05.2020