06.11.2020
03.00Elimdeki kupayı mutfak tezgâhına bırakırken okuduğum kitaptan bir sayfa daha çevirdim. Yangyang salondaki geniş koltuktaydı, hâlâ uyuyordu. Dışarıda felaket yağmur yağıyordu. Sokak bomboştu, etraf oldukça sessizdi. Mutfaktaki saniye ibaresi olmayan eski bir plaktan yapılmış olan saati öğle saatlerini gösteriyordu. Saatin saniye ibaresi yoktu, çünkü migren atağı geçirdiğim bir gün onun sesine dayanamayarak sökmek zorunda kalmıştım.
Saatler o çubuk olmadan da çalışabiliyorlarsa o çubuk neden vardı?
Salondan gelen sesle bakışlarımı oraya çevirip gözlüğümün üzerinden hızla kolaçan ettim. Yangyang ellerini yüzüne götürmüş, kıpraşıyordu. Homurdanmayı ihmal etmiyordu ancak kendini bu hâle getiren yine kendisiydi.
"Sızlanmayı kes ve duş al koca bebek. Berbat kokuyorsun." Sesimi duymasıyla hareketleri duraksadı ve ellerini yüzünden çekti. Hafifçe doğrulup tek kolunun üzerinde dururken kafasını bana çevirdi yavaşça.
"Ben burada mıyım gerçekten?" Elimdeki kitabı bırakıp kaşlarımı kaldırdım. Önüne döndü ve yeri inceledi bir süre. Gözleri zeminde gezinirken ağır ağır kırpıyordu göz kapaklarını. Ellerini saçlarına daldırdı ve pencereden dışarı baktı.
"Yağmur yağıyor." Kısık ve pürüzlü sesiyle mırıldandı.
"Yaz iki gündü. Hamburg'a hoş geldin." Ayağa kalkarken bacaklarına dolanan battaniyeyle biraz daha söylendi. Yanıma gelirken gömleğinin uçuşan eteklerini fark etti. Yarı yolda durup düğmelerini tamamen açtığı gömleğinin iki ucunu eliyle birleştirdi.
"Ben nasıl bu hâle geldim?" Şaşkın bakışlarını bana yöneltti. Kaşlarım çatıldı yavaşça. Pekâlâ, dün kendinden geçmişti ama hiçbir şeyi hatırlayamayacak kadar mıydı?
"Hatırlamıyorsun?" Sorumla birlikte kendini karşımdaki tabureye bıraktı. Bir yandan gömleğinin düğmelerini iliklemeye çalışıyordu ancak çoktan başarısızdı.
"Başım belada mı?" Ona dudak bükerken omuzlarımı silkip kitabıma geri döndüm.
"Çok bir şey kaçırmadın, merak etme." Mırıldanırken aklıma dün gecenin gelmesiyle sarsıldım. Kaldığım yeri tekrar bulmaya çalışırken Yangyang ayaklanmış köşedeki küçük ecza dolabını karıştırıyordu.
Tekrar karşıma oturduğunda elinde ufak bir tablet vardı. Başı ağrıyor olmalıydı, ancak ona bununla ilgili bir şey demedim. Dün gece o kadar cozutmasaydı şuan bu hâlde olmazdı.
Tabletteki ilacı ağzına atıp önümdeki kupaya uzandı ve ilacı kahveyle birlikte yuttu. Kulaklarım uğuldadı. Elimdeki kitaptan zerre bir şey anladığım yoktu ancak önümde bir siper gibiydi.
"Kahven güzelmiş." Sessizlik onu ciddi anlamda rahatsız ediyor olmalıydı.
"Birinci kalite. Colombia." Ona bakmadan konuştuğumda ufak bir ses çıkardı anladığını belirtircesine.
"Dün gece ne oldu tam olarak?" Çekinerek sorduğu soruyla derin bir nefes almak istedim ancak nefesim boğazıma takıldı, ciğerlerime ulaşamadı.
"Pek bir şey olmadı, her zamanki gibi işte." Sakin tuttuğum sesim karşısında hayretler içerisindeydim. Hafifçe kıkırdadı.
"Ben her zaman senin çalıştığın mekânda şarkı söylemiyorum, Verena." Kafamı çevirip ona baktığımda kirpikleri arasından bana bakıyordu. Yüzündeki ufak sırıtışı görmemi dudaklarına yasladığı kupa engelliyordu. Az önce benim kahve içtiğim kupa şuan onun dudaklarına yaslıydı. İğrenmiyor muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Disfruto | Liu Yangyang
Fiksi PenggemarKaosu kucakla. Anıları kovala. Gözlerini aç. Gözyüzüne bak. Özlemeyi bırak. 26.05.2020