1.2 band-aid or honey milk

341 46 105
                                    

14.09.2020
03.25

Hemen yanımda kollarını birbirine bağlayarak oturan Yangyang derin bir iç çekip kıpırdandığında gözlerimi devirdim ancak dönüp de ona bakmadım.

Beni bardan nasıl çıkardığını bilmiyordum ancak mesaimin bitmesine henüz iki saatim olmasına rağmen beni oradan çıkardıktan sonra eve getirmişti.

Çaprazımdaki saate göre tam olarak kırk sekiz dakikadır aynı yerde ve aynı pozisyonda oturuyordum ancak Yangyang sanki bir anasınıfı çocuğu gibi davranıyordu. Sürekli kıpırdanıyor, sesli nefesler verip ofluyor, kendi kendine söyleniyor ve bana saçma sapan sorular sorup duruyordu.

Neden hâlâ buradaydı ki? Yabancıydı. Bana tamamen yabancı ve uzaktı. Yardım etmişti ancak bunu yapmasını gerektirecek bir sebebi yoktu. Bu kadar iyi bir insan olduğunu sanmıyordum. Dünyada bu kadar iyi insanlar olabileceğini sanmıyordum.

Renee giderken birbirimize göz kulak olmamızı söylediği için yapmış olabilir miydi acaba?

"Ne düşünüyorsun?" Son elli üç dakikada yedinci kez sorduğu soruyla birlikte ona döndüm. Aramızda az bir boşluk bırakarak oturmuştu. Kafasını koltuğun arkasına yaslamış bana bakıyordu. Kucağındaki büyük, sarı koltuk yastığına sarılmıştı. Çekik gözleri daha da kısılmıştı. Uykulu gibiydi.

Bir süre ona baktıktan sonra önüme tekrar döndüm. Derince bir nefes alıp kucağındaki yastığı kucağıma attı ve bir anda doğrulup karşıma geçti. Ani hareketiyle birlikte iri iri açtığım gözlerimle ona baktım. Ellerini saçlarından geçirip beline yerleştirdi. Yukarıdan bana dik dik bakıyordu.

"Yeter artık. Ne bu böyle? Birazdan sabah olacak sen hâlâ tek kelime etmeden şu tabloyu izliyorsun. Yakacağım bu tabloyu!" Diyip arkasını döndü ve tabloya ilerlemek üzere hareketlendi. Ancak pahalı tabloma ulaşmasına izin veremezdim. Bacağımı uzatıp dizine doladım ve topuğumla tam diz kapağının üzerine yavaşça vurdum. Canının acımadığını biliyordum ancak bu yere kapaklanması için yeterli bir hareketti.

"Ne yaptın sen şimdi?" Minik gözlerini açabildiği kadar açmış, az önce düştüğü yerden bana bakıyordu.

"Seni düşürdüm?" Baygın bakışlarım ve sesimle kaşlarımı kaldırarak söylendiğimde bakışları değişti bir an. Kafasından hızla bir şeyler geçiriyor gibiydi ancak neler geçtiğini anlamak da zordu.

"Beni düşürdün ha?" Kaşlarını kaldırarak sorduğunda omuzlarımı silktim ve bakışlarımı ondan çektim.

Sonra aniden, ayak bileklerime dolanan elleri hissettim. Ve daha ne olduğunu kavrayamadan kendimi bir anda yerde buldum. Sırt üstü yere düştüğümde ince halının altındaki parkeden tok bir ses çıktı. Saçlarım halının üzerinde dağılırken bakışlarım tavandaydı.

Kafamı hafifçe kaldırıp gözlerimi indirerek Yangyang'a baktım. Kafası dizlerimin biraz daha aşağı hizasında, yüz üstü uzanmıştı. Ellerini çenesinin altında birleştirmiş, kirpiklerinin arasından bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde omuzlarını silkti.

"Ben de seni düşürdüm." Sesinde alay ya da herhangi bir ima yoktu. Tuhaf olan da buydu. Nasıl olur da koca adam bir çocuk gibi duru olabilirdi?

"Oyun mu oynuyorsun?" Dediğimde halıda hafifçe yukarı doğru ittirdi kendini ve neredeyse göğüs hizama kadar yaklaştı.

"Sen oyun oynayan bir tip misin ki?" Bakışlarımı ondan çekip tekrar tavana çevirdim.

"Gerçekten Verena... Neler geçiyor aklından?" Neler mi geçiyordu aklımdan? O kadar karmaşık göründüğümü düşünmemiştim hiç bir zaman. Basit bir insandım bana göre. Karmaşık olan insanlardı ancak bunu hep birilerinin üzerine atarlardı.

Disfruto | Liu YangyangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin