24.06.2020
02.10
Hava çoktan kararmıştı. Hamburg her zaman olduğu gibi yine yağmurlu ve soğuktu. Renee, Mark'ın elini bırakıp yanıma gelip koluma girdiğinde Mark Lee'nin kaşları çatıldı.
"Ne oldu şimdi? Niye bıraktın?" Gözlerimi devirirken yanındaki Çinli mi Alman mı olduğu belli olmayan çocuğa kaydı bakışlarım. Saçları rüzgârdan savrulup darmadağın oluyordu. Elleri ceplerindeydi. Olduğu yerde hafifçe zıplıyordu. Almanya'nın keskin soğuğu gözlerini yaşartmış olsa da dudaklarındaki gülüşünü bir an bile silmemişti. Bu çocuksu hareketleri tekrar sinirimi bozarken tekrar gözlerimi devirdim. Gün boyu gittiğimiz her yerde sözümü kesmiş ve gittiğimiz yerler hakkında bilgi vermeye başlamıştı. Ve ben sözümün kesilmesinden nefret ederdim.
"Bu gece Verena'yla kalacağım." Renee oldukça normal bir şekilde mırıldandığında Mark yüzünü buruşturdu.
"Nereden çıktı ki şimdi Verena'yla kalmak?" buruşuk yüzü eşliğinde söylendiğinde kaşlarımı çatmadan edemedim.
"Hey! Kocaman adam oldun utanmıyor musun, ağlayacaksın az daha? Bir düş şu kızın yakasından, bir sal soluklansın o da." Sözlerime karşılık kafasını çevirdi sadece ve Çinli çocukla göz göze gelince bakışları donuklaştı.
"Ne var? Ne gülüyorsun? Ne zıplayıp duruyorsun çişi gelmiş çocuklar gibi?" Mark ters ters ona söylenince Renee kıkırdayarak alnını omzuma vurdu. Bense gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım sıkıca.
"Beni bununla mı bırakacaksın yani? Bununla?" Renee'nin gülüşünü duyup hızlıca ona dönen Mark çocuk gibi söylenmelerine devam etti ancak Çinli çocuk yerinde zıplamayı bırakıp da omzuna bir tane geçirdiğinde sesini keserken sızım sızım sızladığına emin olduğum omzunu tuttu.
"Hey! Biraz yavaş ama." O ters ters söylenince Renee kolumdan çıktı ve anında ciddi bir tavra büründü.
"Mark, düzgün davransana çocuğa. Sanki kendin zorla getirmedin buralara kadar."
"Ama-"
"Ama, ne? Bu kadar da zor olmasa gerek kavga etmeden anlaşmak. Kardeşsiniz siz." Karşı savunmasını yapmak üzere ağzını açan Mark Lee tekrar ve tekrar Renee Harbin tarafından püskürtüldü. Yangyang, Mark'ın düşen omuzlarına kollarını doladı ve yüzündeki gülümsemeyle bize döndü.
"Bana emanet. Merak etme. Seni ararsa da açma, siz eğlenmenize bakın." Kaşlarım çatılırken Renee'nin söylediklerini düşünüyordum. Siz kardeşsiniz?
"Şey... Kaybolmazsınız, değil mi?" Sözlerim üzerine bana dönen Yangyang yüzündeki bilmiş ifadeyle omuzlarını dikleştirdi ve göğsünü kabarttı.
"Buraları avucumun içi gibi bilirim ben. Ne kaybolması? İsterseniz size eşlik edelim hatta, eve kadar?" Sözleri üzerine gözlerim otomatik devrilirken alaylı bir gülüş kapladı dudaklarımı.
"Siz kurda kuşa yem olmayın da. O yeter." Alaylı sesim kulaklarına dolar dolmaz yüzünü donuk bir ifade kapladı. O esnada da Renee koluma girdi ve onlara el salladıktan sonra arkamızı dönüp ilerledik.
Renee'nin yüzündeki şapşal gülümsemeyi fark edince kolundaki kolumla onu dürtükledim ve bana bakmasını sağladım.
"Ne?" Kıkırdamak üzere olduğu sesiyle konuştuğunda gerçekten, sonunda mutlu olduğunu anladım.
"Asıl sana, ne?" Dudaklarım arasından kaçan kahkahadan yüz bulup o da gülmeye başladı.
Birlikte çocuklardan ayrıldığımız yerden çok da uzak olmayan, eski apartmandaki küçük evime kadar yürüdük. Apartmanın en az kendisi kadar eski ve ağır kapısını açmaya çalışırken, Renee etrafı inceliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Disfruto | Liu Yangyang
FanfictionKaosu kucakla. Anıları kovala. Gözlerini aç. Gözyüzüne bak. Özlemeyi bırak. 26.05.2020