[22]

423 56 61
                                    

Lütfen bana küfür etmeyin, iyi okumalar. Biyrooon.

Gece yatakta artık bilmem kaçıncı defa döndüğümde sesli bir şekilde nefesimi verdim. Azer'i uyandırmaktan korktuğumdan elimden geldiğince yavaş hareket etmeye çalışıyordum ama uykum kaçmıştı çoktan. Daha uyuyamayacağımı anlayınca sessizce yatakta oturur pozisyona geldim. Azer huzurla uyumaya devam ederken istemsizce gülümseyip elimi saçlarından geçirdim. Bunu asla kabul etmezdi, ama bir kedinin mırıldaması gibi ses çıkarıyordu saçlarıyla oynadığımda. 

Yataktan kalkıp pencereye doğru yürüdüm parmak uçlarımda. Üzerimdeki askılı tişört bile fazla gelirken, elimle yüzümü yelledim sadece. İçimdeki huzursuzluğun sebebini bir türlü bulamıyordum. Tedirgin olmam için gereken bir sebep, ya da yapmış olabileceğim bir hata düşünüp duruyordum ama aklıma gelmiyordu. Elimi zaten dağınık olan saçlarımdan geçirip omzumun üzerinden tekrar Azer'e baktım. Bu gece bana uyku yoktu, orası belliydi. O yüzden odada durmama da gerek yoktu.

Üzerime hızlıca uzun elbiselerimden birini geçirip sessizce odadan çıktım. Alt katta kalan Sireller'in ve Fikret'in uyanmaması için ekstra özenle merdivenleri inerken bir yandan nereye gideceğimi düşünüyordum. Aklımda bir yer vardı, çünkü sormak istediğim sorular vardı; ama doğru olduğuna emin değildim. Aslan her ne anlatacaksa, herkesin önünde anlatmalıydı çünkü. Hesabını vermesi gereken taşkınlıkları vardı ve cezasına birlikte karar verilecekti. Yine de bütün bildiklerime rağmen, ayaklarım beni evden dışarı götürürken engel olmadım; ara sokağa saparken de. Normalde yaz akşamları bile serin olan Ankara'da yaprak kımıldamıyordu şimdi. Açık saçlarım beni terletirken seslice nefesimi verdim. 

Fikret'in Aslan'ı götürdüğünü bildiğim deponun önünde durup kapıya bakındım birkaç dakika. İçeriye girmemem için çok fazla sebep vardı, ama içimdeki huzursuzluk ve merak beni öldürecekti. Aklımdan geçen şeyin doğru olduğunu sanmıyordum, bu ihtimali Azer'e de söylememiştim. Yanıldığıma emindim, ya da o kadar istiyordum yanılıyor olmayı. Ama Aslan'ın ne dediğini de bir tek ben duymuştum sanki.

'Ben en azından delikanlı gibi yapıyorum.' demişti, sanki Azer tersini yapıyormuş gibi. Bu lafa kimse anlam verememişti elbette, Azer Kurtuluş denilince akla mertlik ve cesaret geliyordu aynı anda. Ama benim aklıma o şüphe damlasının düşmesi için o cümle yeterliydi. Aslan'ın bakışlarındaki öfke o uyuşturucudan daha fazlasından kaynaklanıyor olabilirdi.

Kapıda dikilmeye devam ederken tek yapabildiğim gözlerimi kapatıp dua etmek oldu. Yanılıyor olmalıydım, başka bir şans yoktu zaten. Eğer haklıysam, hikayenin sonu demekti çünkü bu. Hepimiz için.

Beynimde çığlıklar atan ve asla susmayan onca küçük Karaca'yı durdurmanın tek bir yolu vardı, onunla konuşmalıydım. Belki de böylesi daha iyi olurdu. Eğer haklıysam, Tunç'ların yanında konuşmasından sonra bana söylerdi önce. Bu bana bir fırsat verirdi belki, onu vazgeçirebilirdim... 

Kapıyı açıp içeri girdiğimde, Aslan'ı bulmam zor oldu. Gözlerimi kısıp etrafıma iyice bakınca, karanlık depoda bir köşede oturduğunu gördüm. Baygın olmasını bekliyordum, ancak oldukça ayık bir şekilde bana bakıyordu.

"Ne işin var senin burada?" dedi Aslan saatlerdir konuşmamış ve boğazı kurumuş sesiyle.

"Mahalle benim, istediğim saatte istediğim depoya girerim." dedim ona bakıp. Aslan ağır ağır kafasını salladı. Yerinden kalkmak için bir hamle yapmadı, kalkabilecekmiş gibi durmuyordu da zaten. Ona doğru yürümeye başlayınca başını duvara yasladı.

"Pansuman için falan geldin sanmıştım ben de, ama elin boş gelmişsin." dedi hafifçe gülümseyerek. Söylediğini komik bulmadığımdan düz bir ifadeyle gözlerine baktım.

SirayetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin