[16]

550 58 49
                                    

Gözlerimi kırpıştırıp esnerken etrafıma bakındım. Her sabah uyandığımda kendime gelmem bir iki dakika aldığı için boş gözlerle tavana bakıyordum ki dün gecenin anıları aklıma doluştu. Yanımda Azer hala yatıyor mu diye döner dönmez dağınık saçları, elinde sigarasıyla telefonda birilerini dinleyen Azer'i gördüm. Üzerindeki tişört kırışmıştı, gözleri uykusuzluktan kısıktı ve bütün bunlara rağmen inanılmaz seksi görünüyordu. Sigarasından derin bir nefes alıp kafasını sallayarak dumanı üflerken yavaşça yerimden kalktım. Yatakta hareketlilik olduğunu görünce bana döndü. Bir şey demeden yanına yürürken telefonu kapatıp bana baktı.

''İyi uyudun mu?'' dedi boştaki elini uzatıp elinin tersiyle yanağımı severken. Sözlerinin aksine suratı keyifsizdi.

''Evet. Senin neyin var?'' dedim uzanıp elindeki sigarayı alırken. Kendi dudaklarıma götürüşümü dudaklarında belli belirsiz bir gülümsemeyle izlerken iç çekti.

''Teslimatı yapmamışlar.''

Kaşlarımı çatıp ona baktım.

''Sorumlu kimdi?''

''Tunç ve Aslan.''

Öğrendiğim şeyle yüzümü buruştururken Azer elimi suratına yönlendirdi. Ellerimden almak yerine sigarayı içip elimi geri bırakırken güldüm.

''Dönmemiz mi gerekiyor yani?'' dedim tatsız bir şekilde ama sorunun yanıtını biliyordum zaten. Burada kalamazdık. Yapmak zorunda olduğumuz bir görevimiz vardı, olmak zorunda olduğumuz insanlar...

''Azer?''dedim ansızın aklıma gelen şeyle. Yanıt vermek yerine ilgiyle bana bakınca yutkundum.

''Bu iş... Bitince ne olacak bize?''

Azer sorduğum soruyla gözlerini kırpıştırdı. 

''Bunu düşünmemiş olamazsın. Bu iş elbet bir gün bitecek... Biz başka insanlara dönüşmek zorunda kalacağız, seni başka bir göreve beni başka göreve verecekler. Bitecek mi o zaman?''

Odada çıkan tek ses, sigaranın çıtırtılarıydı. Cam açık olmadığı için duman etrafımızı sararken, bir şey demesini bekliyordum hala.

''Bizim Azer ve Karaca olmaktan başka şansımız yok değil mi? Bu onların hikayesiydi, bittiğinde her şey bitecek.'' dedim yenilgiyi kabullenmiş sesimle. Gözlerime dolmaya başlayan yaşlardan kurtulmak için kafamı çevirdim. Sigarayı küllüğe bastırıp tuvalete gidecekken Azer beni kolumdan yakaladı.

''Karaca-''

''Yanılıyorsun desene... Öyle değil desen ya, demeyeceksin.''

Azer kafasını iki yana salladı.

''Sen gitmek istemiyorsun, ben de senden gitmek istemiyorum. Niye ayrılalım Karaca?''

Alayla gülüp bakışlarımı arkasındaki pencereye diktim.

''Yaptığımız işin farkında mısın? İzin verecekler mi? Beraber olduğumuzu Fahri Başkan duysa ne yapar farkındasın değil mi?''

Söylediklerim onu da rahatsız ediyordu, çünkü doğruydu. Bunu Azer'in sıkılan çene kemiğinden anlamıştım. Yine de kolumu bırakmadı. Sanki kolumu bıraksa, haklı çıkacağımı kanıtlamış olacaktı.

''Delirecekler. Haklılar da. Ama benim umurumda değil. Senin bu eli tutmaya cesaretin varsa, ben bir daha bırakmayacağıma söz verebilirim.''

Ağzından çıkanlar ne kadar güzel olursa olsun, beni inandırmaya yetmezdi. Burukça gülümseyip kolumu yavaşça ondan kurtardım.

''Boşversene. Bizim sonumuz belli. Başka bir evrende, en güzel halinle...'' dedim omuz silkerek. Azer'in bana karşı çıkıp konuşmasını bekliyordum, ama bunları yapmak yerine aramızdaki mesafeyi kapatıp beni öpmeye başladı.

SirayetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin