[36]

401 40 99
                                    

I don't want to admit to something

If all it's gonna cause is pain

Truth in my lies right now are falling like the rain

So let the river run


Azer

"Karaca ne yaptın sen?"

Söylediğim cümleyle Karaca oturduğu yerde daha da küçüldü sanki. Ağlamaya devam ederken ellerini dizlerine koyup iki yana salladı sadece kafasını.

"Azer, b-ben iyi değilim-" dediğinde kendime engel olamadan bağırdım.

"Görüyorum!"

Öfkemi zapt etmeye çalışmak, sandığımdan daha zordu. Önünde ben de dizlerimin üzerine çöküp kafasını kaldırdım ve bana bakmasını sağladım. Banyodaki aynadan başlayarak, önüme gelen her şeyi ellerimle parçalara ayırmak istiyordum. Hayatım boyunca daha önce hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim herhalde. Ama bütün bunları yapmak yerine, çenesini tuttuğum elimi sıkılaştırdım.

"Bana bak Karaca!" 

Bağırarak dikkatini çekmeye çalışsam da, Karaca ondan beklemediğim bir güçle ellerimi çekti yüzünden.

"Anlamıyor musun? Sadece bir kere diyorum!"

Hiçkimseyi ve hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi, karşısında duran beni bile görmüyormuş gibi kontrolsüzce bağırırken gözlerimi kırpıştırıp geri çekildim hafifçe.

"Çekil önümden diyorum! Almam lazım!" dedi Karaca tekrar bağırarak ve ayağa kalkmak için yeltendi. Onu kollarından tutup geri oturtmaya çalıştığımda, kendini kurtarmak için çabaladı kollarım arasından. Beklediğimden daha güçlü bir şekilde kollarımda debelenirken, yanlışlıkla ameliyat yerime attığı dirsekle dudaklarımın arasından küçük bir inleme çıktı.

"Karaca, dur artık!" dedim tutuşumu daha da sıkılaştırıp. En sonunda vazgeçip yere geri çöktü. 

"Bırak beni." dedi benimle savaşmaktan nefes nefese kalmış bir şekilde. Sakinleşse de tutuşumu yumuşatmadım.

"Sen bunu nasıl yaptın! Nasıl yaparsın ya sen bunu! Sana inanamıyorum." dedim kollarımı bir saniye bile etrafından çekmeden. Önceki sinirli halinin aksine, kımıldamadan ve sesini çıkartmadan kollarımın arasında durunca endişeyle ona baktım. Geri çekildiğim saniye yana eğilerek kusmaya başladığında elimle yüzümü ovuşturup önüne gelen saçlarını tuttum. Midesinde ne var ne yok çıkarırken, bir sonraki adımı düşünmeye çalışıyordum yalnızca.

Karaca geri çekildiğinde kollarının altından tutup onu kaldırdım. Bütün ağırlığını bana vermiş, kendini bırakmış gibiydi. Onu tutmaya çalışmak yaralarımı acıtsa da, lavaboya yaklaşıp musluğu açtım.

"Yüzünü yıkayacağız, gel." dediğimde küçük bir çocuk gibi kafasını iki yana salladı yalnızca. İnat etmesine izin vermeden, ve hazır bana bedenen karşı çıkmıyorken, avcuma su doldurup yüzüne götürdüm. Su soğuk gelmiş olacak ki yerinde kıpırdanırken birkaç defa daha yıkadım suratını.

En sonunda musluğu kapatıp aynaya baktığımda, Karaca baygın gözlerle lavaboya bakıyordu. Bu hali bana kesik bir nefes aldırırken, ağırlığını bana vermesi için tek kolunu omuzlarımdan atıp diğer kolumu beline doladım.

"Hadi, gel salona geçelim." dedim elimden geldiğince yumuşak bir sesle. Karaca'nın zaten beni dinlediğini sanmıyordum, burada değilmiş gibiydi...

Bana ayak uydurabilmesi için küçük adımlarla salona geçtiğimizde, onu yavaşça kanepeye oturttum.

"Karaca, iyi misin güzelim?" dedim önünde çömelip. Karaca bana tepki vermeden yerdeki halıya dikmişti gözlerini.

SirayetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin