1, alive

873 79 31
                                    

~

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

~

Missio - Can I Exist ♪

~

Kolumdan akan kanlara aldırış etmeden, enkaza dönmüş arabanın içindeki annemin yanına gitmeye çalışıyordum. Ayağımı incitmiş, hatta kırmış olma ihtimalim çok yüksekti. Buna rağmen kendimi sürüklüyordum.

Babam yolun kenarına savrulmuştu. Herkes, -annem ve babam dahil olmak üzere- enkaza dönmüş arabalardaki yaralılara yardım etmeye çalışıyordu.

Kıyamet günü buydu. Etrafımdaki kalabalığın çığlıkları kulaklarımda yankılanırken, ben hiçbir şeyi duymuyordum. Anneme ulaşmak istiyordum sadece.

Tüm güçsüzlüğümle ilerlemeye çalışırken nefesim kesildi. Ciğerlerim daha fazla oksijen için yalvarıyor gibiydi. Yalpalıyordum... Yere düşmeme saniyeler kalmıştı ama kendimi toparlayamıyordum. Bu düşüşü çoktan kabullenmiştim.

Artık bedenimi daha fazla taşıyamayacağım noktada boşluğa bıraktım kendimi. Etrafımdaki sesler susmuş, kıyamet günü görüntüsü yavaş yavaş uzaklaşmıştı. Birinin kollarındaydım. Beni sımsıkı tutan, düşmeme izin vermeyecek birinin.

"Kanaman var, durmalısın."
Yüzünü seçemiyordum. Belirsiz bir kaosun içindeki bulanık manzaraya bakıyordum sanki. "Buraya acil bir sedye getirin, çabuk!" Kollarında olduğum kişinin bağırdığını duyabiliyordum ama sesi o kadar uzaktan geliyordu ki, yüzlerimiz arasında santimler olmasına rağmen, aramızda metreler var gibiydi.

Uzaklaşan seslerin ve görüntülerin arasında gözlerimi kapadım dünyanın bana sunduklarına. Gösterdiği son tabloyu sevmemiştim.

Yoğun bir karanlığın içindeydim. Konuşmalar uğultu olarak kulağıma gelirken, duyduğum seslere yanıt verebilmek için zorluyordum kendimi. Gözlerim buna tepkisiz kalmayıp, yavaş yavaş açılmaya başladı.

"Uyanıyor."

"Roseanne, bizi duyuyor musun? Buradayız, yanındayız." Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk yüz babamın yüzü olmuştu. Bu en son hatırladığım tablodan sonra daha iyi hissettirmişti.

"Baba, annem-" Konuşmaya devam edemedim. Hissettiğim ağrılar buna müsaade etmedi.

"Kendini zorlama. Annen iyi. Günlerdir yanında uyumadan bekliyordu. Yan odada uyuyor şimdi. Biz iyiyiz merak etme güzel kızım." Başımda hissettiğim o minik öpücük gücümü tazelemişti sanki.

"Ne zamandır uyuyorum?"
Günlerdir derken ne kadar günden bahsediyordu?

"Bir haftadır."
En son hatırladığım manzaraya uyanmaktansa, bilinçaltım uyanmamayı tercih etmiş olmalıydı. Ya da gerçekten ciddi bir şekilde yaralanmış olmalıydım.

Odaya gelen doktor elinde tuttuğu dosyaya bir şeyler yazdıktan sonra konuşmaya başladı.

"Belirli aralıklarla kontrole gelmek koşuluyla yarın sabah çıkış yapabilirsiniz Roseanne Hanım. Fakat, kontrollerinizi aksatmamanız lazım. Travmatik izler bırakmaması için. Geçmiş olsun."

Gözlerime güvenilir bir şekilde gülümseyip gitse de arkasından bakakalmıştım. Bir şeyler yara olarak kalmıştı belli ki. Belki bedenimde belki de ruhumda. Bunu söylemeye çalışmıştı.

"Seni böyle bir tehlikeye attığım için özür dilerim kızım. Bunun olacağını öngöremedim."

"Çok korktum baba." Hala olay hakkında konuşmak, o anları tekrar yaşıyormuş gibi hissettirmişti.

"Herkes, hepimiz iyiyiz. Bak yanındayız."
İyi olmayan bir şeyler vardı. Bunu gözlerinden anlayabiliyordum.

"Bir sorun var değil mi? Bir sorun var ve sen bana söylemiyorsun."

"Roseanne... Ortaklarımızın hepsi o gün belirli kazalar yaşadı. Maalesef, atlatamayanlar da oldu."

"Ne?!" Vücudum duyduğum cümleyle kasıldı.

"Artık seni tehlikeye atamam. Koşulları gayet kabul edilebilir bir okul buldum. Daha güvenli olabileceğin bir ülkede."

"Ne?" Sesim, benim bile duyamayacağım kadar kısık çıkmıştı. "Ben hiçbir yere gitmiyorum. Sorunu çözme anlayışın beni sürgün etmek mi?"

"Hayır Roseanne anlamıyorsun. Seni daha fazla burada tutamam. Birkaç gün içinde Güney Kore'ye gideceksin ve buradaki hayatını unutacaksın."

Ardına bakmadan, kapıyı çarparak çıktığı odada tüm yalnızlığımla bıraktı beni. Benden bu kadar kolay mı vazgeçiyordu yani? Burada beraber kalmamız çok mu imkansızdı? Ayak bağı oluyormuşum da, bu bağdan kurtulmak istiyormuş gibi anlatmıştı her şeyi.

Bilmediğim bir ülkede, istemediğim bir hayatı yaşamaktansa evsiz kalırdım daha iyiydi. Kolumdaki serumu çıkararak ayağa kalktım.

Ağrılarım uyanıp, bana seslenseler de onları görmezden gelerek çıkış kapısına doğru yürüdüm. İncinmiş ayağımla yürümek epey zorluyordu fakat bir an önce buradan kaçıp gitmek istiyordum.

Kapıdan çıkmadan koridoru kontrol ettiğimde korumaların koridor boyu dizildiğini gördüm. Daha seyrek olan kısımdan gitme kararı alarak, sola döndüğümde bir şeye çarptım.

Bir bedene.

Çarpışmanın verdiği dengesizlikle yalpalarken, yere düşmekten belimde hissettiğim eller sayesinde kurtulmuştum.

"Sen yere düşmeden duramıyor musun?"
Başımı kaldırdığımda keskin yüz hatlarına sahip kişiyle göz göze geldim.

Arkamızdan bize doğru gelen babamı görmek hücrelerimi hayal kırıklığına bulamıştı. İstemediğim bir şeyi yaşamaktansa, kaçmayı tercih edeceğimi bile bile mi gönderiyordu beni?

Hala beni kollarının arasında tutan bu adama çevirdim bakışlarımı. Yaşadığım şaşkınlığın arasında dudaklarımın arasından belli belirsiz mırıldandım.

"Sen..."

stay with me ⋆ yoonroséHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin