Edith Whiskers - Home ♪
~
Ev.
Ev neydi?
İşten döndüğünüzde üzerinizdeki kıyafetleri bir köşeye fırlatıp, rahat kıyafetlerinizle televizyon karşısında oturduğunuz bir yer miydi? Yoksa, ailenizle beraber pazar kahvaltısından sonra sohbet ettiğiniz, belki oyun oynadığınız bir yer miydi?
Şüphesiz, insanların buna verecek sayısız cevabı vardı. Sevgilinizden ayrıldığınızda yatağınıza sığındığınız, depresyondayken mutfaktan çıkmadığınız, ayna karşısında şarkı söylediğiniz, sizi tüm benliğinizle kabul edebilen ve sizi koşulsuz mutlu eden bir yerdi ev.
Benim evim ise çatısı olan, duvarlarla çevrili bir yer değildi.
Benim evim biriydi.
Birinin kolları, kokusu, varlığı ve verdiği güvendi. Dedikleri gibi kalbimin attığı bir yerdi.
Yoongi'nin hastaneden çıkmasının üstünden 2 gün geçti. O gün yoğun bakımdan normal odaya alınmıştı ve ertesi gün taburcu olup, eve gelmişti.
Şimdi ise ekiple bizim evde yemek yemek ve bir tür kutlama yapmak için toplanmıştık. Kızlarla mutfakta hazırlık yaparken aynı zamanda sohbet ediyorduk.
"Sen ilaçlarını içtin mi bebeğim?" Hwasa'nın sorusuyla bakışlarımı kendisine yönelttim.
"Evet canım, merak etme." Hayali bir öpücük göndererek yanıtladım sorusunu. Geçen kısa süre içinde onunla fazlasıyla yakınlaşmıştık.
"Peki Yoongi ile durumlar nasıl? Konuşabildiniz mi?" Jisoo'nun sorusuyla uğraştığım şeyi bırakıp, kalçamı tezgaha yasladım. Aslında bunun cevabını ben de tam bilmiyordum.
"Pek sayılmaz. Yani, tabii ki bir sorunumuz yok ama bir şeyler olduğunu biliyorum. Canını sıkan sebepler var fakat bunları konuşmak için henüz erken gibi."
"Endişelenme Rosie. Sana bir şey olma ihtimali onu çok korkuttu. Bu yüzden kendini suçluyor ama düzelecektir." Fırından çıkardığı tepsiyi masanın üzerine dikkatli bir şekilde yerleştiren Lisa'nın konuşmasıyla bakışlarımı kendisine çevirdim.
"Tahmin edebiliyorum Lisa. Kendimi onun yerine koyduğumda muhtemelen ben de öyle hissederdim diyorum ama bir yandan da elinde olmayan sebepler yüzünden kendini suçlaması beni üzüyor."
"Ona biraz zaman ver. Önce kendini ve hata olarak gördüğü adımlarını kabullensin." Mutfağa geldiğinde konuşmanın sonuna yetişen Jennie ise her şeyden habersiz olmasına rağmen, en mantıklı olan öneriyi söylemişti.
Adadan kaybolduğumuzda Bang Chan olaya müdahale ederek Yoongi ile kavga edip, geri döndüğümü ve atıştığımız için bir süre şehirden uzaklaştığımızı uydurmuştu.
"Sanırım haklısınız kızlar."
"Ne yaptınız 'zıkkımın kökünü yesinler' diyerek bizi yemekten aforoz mu ettiniz?" Mutfağa gelen Johnny hepimizi güldürmüştü.
"Gördüğüm kadarıyla açlıktan ölmemişsin." Lisa'nın sinirli yüz ifadesinden tartıştıkları anlaşılıyordu.
"Aşkım ölse miydim yani ne demek istiyorsun?" İkisi de ellerine aldıkları tabaklarla beraber bahçedeki masaya doğru yürüdüler.
"Yakında Lisa bir tane yumruk geçirecek hissediyorum."
"İddiaya girsek mi lan? Ben bir tane yumrukla kalmaz diyorum."
"Jimin sen de içecekleri götürsene."
Henüz bahçeye gitmeden biteceğini anladığım kurabiyeleri elinden aldığımda bana küstüğünü söyleyerek önümden yürümeye başladı."Yoongi bu kızı da kendin gibi vahşi yapmışsın. Tebrik ediyorum, görmeyeli gülden, bayır gülüne terfi etmiş."
"Kes lan teneke. Roseanne ne yaptıysa hak etmişsindir." Barbekünün başında köfteleri hazırlayan Yoongi'nin yanağına minik bir öpücük bırakarak, masada eksik bir şey olup olmadığına bakıyordum.
"Yemek yiyene yılan bile dokunmaz demişler."
"O su içine değil miydi lan?" Yugyeom ise her zaman ki gibi olaya bambaşka bir açıdan bakıyordu.
"Kız sana o hastalıklı ellerini çek diyememiş elinden tabağı almış."
"Benim bu ince ve uzun ellerimin dertlere deva olduğunu hatırlatmamı ister misin hyung?"
"Sağ ol kardeşim, derdime daha da dert eklemek istemem." Son köfteyi de tabağa alan Yoongi yerleştirmem için bana uzattı.
"Alınmam gerekiyor muydu bilmiyorum ama alınmadım merak etme." Jimin'in tavırları gerçekten aşırı komikti. Şakalaştıklarını bilmeyen biri bile bu haline gülebilirdi.
"Biliyorum kardeşim, yüzsüzsün." Yoongi'yi biraz daha kibar olması için uyarırken diğer çocukların alınmadıklarının farkındaydım.
Bulundukları ortama göre tavırları ve davranışları çok değişiyordu. Eh, uzun zamandır birbirilerini tanıdıkları için birbirleriyle samimi olmaları da gayet normaldi.
Bazen bu samimiyet çerçevesinde ne işim olduğunu sorguluyordum.
Konuşmak istedikleri farklı şeyler olduğunu anlayabiliyordum ama olaylardan haberi olmayan Johnny ve Jennie'nin burada olmaları onları engelliyordu.
"Jennie, neden bir şeyler yemiyorsun bebeğim?" Kai'den ayrıldığı için keyfi pek yoktu.
"Yiyorum bebeğim, endişelenme." Aslında oturduğumuzdan beri yanındaki Jimin ile sürekli konuşuyorlardı. Hatta, Jimin onu besliyor desem çok da abartmış olmazdım.
"Sen de benim düşündüğüm şeyi düşünüyorsun." Duyabileceğim kadar kısık sesle konuşan Yoongi ile bakışlarımı ona çevirdim. Karşımızda oturan Jennie ve Jimin'e bakıyordu. Demek o da fark etmişti.
~
Yemekten sonra çocukların ayrılmasıyla biz de nihayet yalnız kalabildik. Herhangi bir tehlikeye karşı ekipten biri muhakkak bizimle kalmıştı ve bu yüzden konuşmaya pek fırsatımız olmamıştı.
Salona geldiğimde Yoongi'nin beni beklediğini anladım. Yanına oturduğumda aramızda oluşan boşluk canımı sıktı. Bir şeyler eksilmişti sanki ve biz, bu defa düzeltmek için çabalamıyorduk.
"Roseanne..."
Derin bir nefes alıp, devam ettiği konuşmasının kalbimi parçalayacağından habersizdim.~
"Let me come home.
Home is wherever I'm with you.""Eve gelmeme izin ver.
Ev, seninle olduğum her yer."* mo chuisle mo chroí: irlandacada sevgilim yerine söylenen sözcük; "kalbimin nabzı" anlamına gelir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stay with me ⋆ yoonrosé
Fanfiction"Sen varsan cennete ihtiyacım yok." Yüzümü avuçlarının arasına alarak konuşmaya devam etti. Ellerinin sıcaklığı yanaklarımdan tüm vücuduma yayılıyordu sanki. O kadar yakındık ki, seslerimiz ve nefeslerimiz birbirine kenetlenmişti. Tüm dünya karşımız...