"Roseanne..." Derin bir nefes alarak, gözlerini gözlerime dikti. Bu ciddi bir konuşma olacaktı belli.
"Günlerdir konuşmaya pek fırsatımız olmadı."
"Tüm bunları yaşamana engel olamadığım için üzgünüm." Önünde birleştirdiği ellerine indirdi bakışlarını. Bu, kalbimin derinlerinde bir şeyleri kıran, inciten, yoran bir hareket olmuştu.
"Yoongi... Böyle söyleme lütfen." Kucağında birleştirdiği ellerini tuttum. Şu an, sanki bundan fazlasını yapamazmışım gibi hissediyordum.
"Tanıştığımız günden beri bir şeyler ters gidiyor ve sen de kendini sorumlu hissediyorsun biliyorum. Ama bazı şeyler çoğu zaman bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiyor mu zaten?" Gözlerinde hüzün vardı. Mutlulukla parlayan gözlerine bakmayı özlemiştim.
"Tüm bunların bizimle alakalı olmadığını biliyorum. Bizi, bir türlü bize bırakmadılar. Sorun bu sanırım."
"Ne düşünüyorsun peki? Söylemek isteyip de, günlerdir söyleyemediğin şey ne?"
"Roseanne baban seni geri çağırıyor-"
"Hemen babamı arayacağım."
"Güzelim bir saniye durur musun? Beni dinle önce. Lay Zhang kafayı bana takmış durumda. Olayın artık sana yansımasını istemiyorum."
"Nasıl yani? Seninle kalmamı istemiyor musun?" Gözyaşlarımı hissedene kadar ağladığımın farkında değildim.
"Hayır Roseanne. Öyle değil." Uzanıp, sıkıca sarıldı ama kendimi ondan çekerek uzaklaştım. Beni bu kadar kısa sürede gözden çıkarması kalbimi kırmıştı.
"Sana bir şey olma düşüncesi beni deli ediyor görmüyor musun? Ama yanımda olduğun sürece zarar görüyorsun. Bir şeyleri yoluna koyana kadar babanın yanında güvende olmanı istiyorum."
"Bunu en çok onun yanında güvende olabileceğimi söyleyen kişi mi söylüyor? Pekala gideceğim. Ama bir şeyler sana göre yoluna girmiş olduğunda bile geri dönmemek üzere gideceğim. Bilgin olsun."
"Roseanne neden böyle yapıyorsun?"
"Neden mi böyle yapıyorum? Bana hiçbir şey söylemiyorsun ve hiçbir şekilde güvenmiyorsun. Arkadaş olarak tanıştığım insanların belinde silahla beni kurtarmaya geldiğini görüyorum. İnsanlara olağan bir ajan ya da suikastçi gözüyle bakıyorum sayende. Çünkü benimle asla konuşmuyorsun."
Bana doğru adım attığı an onu elimle durdurdum. Ona olan güvenimi sarsmıştı.
"Hayatımın böyle şekilleneceğini ben de bilmiyordum. Sana aşık olacağımı ve birçok kez seninle birlikte sınanacağımı. Fakat, her ne olursa olsun, beraber göğüslenebilir ve üstesinden gelebiliriz sanmıştım. Ellerim bağlıyken, yerlerde sürünüyorken bile bir an olsun buna olan inancım zedelenmedi. Çünkü beni bulacağını ve bana sarılacağını biliyordum." Gözyaşlarımın arasında boğuluyordum.
"Ama sen her fırsatta benden uzaklaştın ve şüphe duydun. Sana olan güvenime inanmadın. Her seferinde beni yarım bıraktın. Yarımını bir arkadaşına tamamlattın. Lanet olsun Yoongi! Benim ruh eşim Lisa ya da diğerlerinden herhangi biri değil. Sensin!"
Elimle yüzümü silip, kendime nefes almak için biraz süre tanıdım. Bu, beni yaralayan bir konuşmaydı. Ve bu şekilde oluyor olması kalbimi kırıyordu.
"En ufak bir durumda beni itiyorsun. Yanında kalmama ve seninle mücadele etmeme izin vermiyorsun. Ben, seninle beraber yenilmeye de hazırken üstelik." Karşısındaki tekli koltuğa oturup, başımı ellerimin arasına aldım.
"Anlıyorum. Sebeplerini anlayabiliyorum. Ama bunu bana yansıtma şeklin böyle mi olmalı? Neredeyse iki haftadır birbirimizi göremiyoruz. Ama sen eve geldiğimizden beri bana sarılmıyorsun bile. Kendince veda mı ediyorsun? Vedanı bile bana söylemiyorsun."
"Roseanne olanlar sana böyle mi yansıyor gerçekten? Yani sen böyle mi hissediyordun bunca zamandır?"
"Evet Yoongi. Böyle hissediyordum. Kalbimi kırıyorsun. Seni sevebilmek için çırpınıyorum ama sen, seni sevmeme bile izin vermiyorsun."
Yanıma gelip, dizlerimin önüne çöktü. Bir anda sımsıkı sardı kollarını. O kadar sıkı sarıldı ki, içimde bir yerlerde kırıldığını, incindiğini düşündüğüm şeyler iyileşmeye başladı sanki.
Biri, bu kadar çok sevilebilir miydi?
Sevilirdi."Ben, döktüğün herbir gözyaşı için dünyayı yere serebilirim. Güneşi batırabilir, dağları devirebilirim. Çok seviyorum kızım seni. Anla artık. O kadar seviyorum ki, kalbim sana baktıkça atmayı unutuyor. Güzelliğinle mest oluyorum. Korkuyorum. Bir gün uyandığımda yanımda olmayacaksın diye ödüm kopuyor. Sana içim gidiyor kızım." O da ağlıyordu. Belki de ilk defa bu kadar şiddetli ağlıyordu.
"Senden vazgeçebileceğimi nasıl düşünürsün?
Son iki gündür aldığım nefes bana yetmiyor. Her gece sen uyuduktan sonra kirpiklerine varana kadar aklıma kazımaya çalışıyorum.""O zaman neden seninle kalamıyorum Yoongi? Neden bize bunu yapıyorsun?" Yüzünü avuçlarımın arasına alıp, bana bakmasını sağladım. Gözlerimin içine bakmasını istiyordum.
"Böylesi daha iyi olacağı için. Çok değil bir süre zaten. Ben her şeyi yoluna koyana kadar. Tamam mı?"
"Söz veriyor musun? Eğer uzun sürerse buraya gelirim biliyorsun değil mi?" Yanaklarını tuttuğum ellerimi tutarak, avuç içlerime öpücük bıraktı.
"Biliyorum. Ve söz veriyorum çok uzun sürmeyecek."
"Ne zaman gideceğim peki?" Bunu öğrenmeyi istemesem de bilmeliydim.
"Yarın."
"O kadar erken mi? Bari bir hafta sonra olsaydı. Seninle vakit geçiremedim ki..." Son cümlem kısık sesle çıktı. Onunla vakit geçirmeyi çok özlemiştim.
"Seni çok özledim." Gözlerimin içine baktığı sırada eğilip, dudaklarından öpmeye başladım.
Beni kucağına alarak, daha rahat bir şekilde hareket etmemizi sağladı. "Ben de seni çok özledim." Bir anda hareketlenip, yürümeye başladı. Hala kucağındaydım ve hala öpüşmeye devam ediyorduk.
"Nereye gidiyorsun?" Dudaklarımı dudaklarından ayırarak, nefeslerimizin birbirine karışmasına izin verdim.
"Odamıza."
Tekrar dudaklarıma kapandığı sırada kıkırdamama engel olamadım. Ben gülerken de beni öpmeye devam ediyordu. Burnumu, gözlerimi, yanaklarımı, alnımı, dudaklarımı... Gülüşümü.Birbirimizi bu kadar çok seviyorken, her şeyin bize karşı olması adil değildi. Bu günler en kısa zamanda geride kalmalı ve aşkımızı doya doya yaşadığımız günler bize gelmeliydi artık. Özgürce ve korkmadan mutlu olmalıydık. Bunu fazlasıyla hak ediyorduk.
~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stay with me ⋆ yoonrosé
Fanfic"Sen varsan cennete ihtiyacım yok." Yüzümü avuçlarının arasına alarak konuşmaya devam etti. Ellerinin sıcaklığı yanaklarımdan tüm vücuduma yayılıyordu sanki. O kadar yakındık ki, seslerimiz ve nefeslerimiz birbirine kenetlenmişti. Tüm dünya karşımız...