1.5

975 138 133
                                    

Terli avuçlarımı tişörtümün eteğine sildim, yüzümdeki heyecanı gizlemeye çalışarak gülümsedim ve annemin tedbir konuşmalarını dikkate alarak evden çıktım. Gözlerim asansörün hemen karşısındaki demir parmaklıklı eve döndüğünde bir iç çekip oraya ilerledim. On üç numaralı ev, henüz hayat belirtisi göstermeyecek kadar ürkütücüydü. Yine de merakım daha ağır bastığında oraya ilerledim ve parmaklık arasından elimi uzatıp tokmağa dokundum. Tokmağın çıkardığı gürültüyle kalbim hızlanmış ve birkaç saniye içerisinde açılan kapıyla avuçlarım yeniden terlemeye başlamıştı. 

İhtiyar parmaklık arkasından göründüğünde "Hoş geldin, Hale." dedi gülümseyerek. "Adımı o mu söyledi?" diye sorduğumda başını salladı. 

O. 

Margos... 

"Günaydın," diye karşılık verdim ancak nasıl hitap edeceğime emin olamamıştım. Adını bilmiyordum bile. 

"Yazar diyebilirsin." dedi parmaklığın kilidine anahtarı yerleştirdiğinde. 

"Yazar mısınız sahiden?" 

"Evet." diye kestirip attı. Bu sırada parmaklık açıldığında geriye gittim ve parmaklığın duvara değene dek açılmasını seyrettim. Kendimi tutamayarak parmaklığın varlığının sebebini sorduğumda güvenlik için olduğunu söyledi. Ardından ekledi. "Ayakkabılarını çıkarmana gerek yok. Evimde hiç halı yok." 

Nazik ses tonuyla bir nebze rahatlayıp içeri girdim ve beni yönlendirdiği odaya ilerledim. Bu sırada yazar dış kapıyı kapatmış, ortadan kaybolmuştu. Odaya vardığımda duraksadım. İçeri göz attığım sırada kitaplık rafında görünen tütsünün kokusu burnuma ulaşmıştı. Hafif vanilya kokusu dağınık düşüncelerle dolan zihnimi yatıştırmış, heyecanla atan kalbime iyi gelmişti. Gözlerimi tütsüden çekip beni izleyen adama döndüğümde usulca irkildim. Bilgisayar ekranının ışığı yüzüne yansıyordu ve rafta duran küçük aydınlatıcı dışında karanlıkla kaplanmış odada kollarını iki yanından koltuğa dayamış, omuzlarını dikleştirmişti. Bilgisayarına sırtını dönmüştü.

İlk takıldığım şey gözleri oldu. Yeşil gözleri ensemden sırtıma yayılan ürpertinin nedeni olduğunda bakışlarımı kaçırdım. "Sandığım kişi olmandan korkuyorum." dedim neredeyse fısıldayarak. 

"Sandığın kişi olmadığıma emin olabilirsin." dedi kalın sesiyle. Sesi çok güzeldi. Umduğumdan daha fazla tesir etmişti kulaklarıma. Rahatlayarak başımı salladım. Yeşil gözlü yılan adam olmasından korkuyordum ancak anladığım kadarıyla o değildi. Bedenine baktım. Uzun boyluydu zannımca. Kilolu değildi, aksine ideal bir fiziğe sahipti. Sadece bacakları biraz çelimsizdi. Ve hatıralarım beni aldatmıyorsa o gece gördüğüm yılan gözlü adam oldukça ince bir vücuda sahipti. Yani gözleri dışında bir benzerlikleri yoktu. 

"Adın ne, Margos?" diye sordum imayla. Dudağını ısırıp başını eğdi. Sebebini bilmiyordum ama yüzüme hiç bakmıyordu. Utandığını düşünür gibi oldum ve utancını arttırmamak için bunu sormamak durumunda kaldım. 

"Adım Attila." dedi gülümserken. Tütsüyü izliyordu. "Attila Uysal." 

"İsmin sıradan olamayacak kadar güzel." 

Kapıda dikilmeyi bırakıp içeri girdim ve kitaplığın önünde durup kitaplarla ilgileniyormuş gibi yaptım. Sabahın yedisine rağmen kör cepheye baktığı için karanlık kalan oda üzerime çöküyor gibiydi. Ama yanıldığımı düşündüm sonra. Sorun karanlık değil, sessizlikti. 

"Neden Margos olarak girdin hayatıma?" dedim bu sessizliği bölmek isteyerek. Sırtım ona dönüktü ve tepkilerini raftaki küçük aynadan izliyordum loş ışık eşliğinde. 

"Margos Attila ve Roma arasında yapılan bir antlaşmaydı, Hale." Sesindeki titremeye anlam veremedim, sorgulamadım da. "Bu antlaşmaya göre Roma Hunlara vergi verecek ve hatta Hun Devleti'nin anlaşmazlığı olan devletlerle herhangi bir antlaşma yapmayacaktı." 

"Bir nevi bağlılık yemini." dedim sözünü keserek. Başını salladığını gördüm küçük aynadan. "Seninle Margos Antlaşması yapmak istedim, Hale." 

"Neden?" 

"Baban polis." 

"Ve sen de," dedim yüzümü ona dönerek. "hırsızın ortağısın." 

Yutkunuşunu izledim yüzümdeki gülümsemeyle. "Bu kadar ani olmasını beklemiyordun, öyle değil mi?" 

Beni onayladı ve nihayet ayağa kalktı. 

"Sana her şeyi anlatmak için çıldırıyorum, Hale." 

"Bana neden her şeyi anlatmak istiyorsun?" 

Buğulu yeşil gözlerini ilk kez yüzümde dolaştırdı. "Çünkü," dedi titreyen sesiyle. "sen beni evimde hissettiriyorsun ve bu benim için sandığından daha değerli." 

Kalbimin çarpıntısı göğsümde sancılara sebep olurken onun uzun bedenine rağmen nasıl da çaresiz göründüğünü anladığımda iç çektim. 

"Benim işe gitmem gerek." dedim aceleyle saate dahi bakmadan. Sonra düşüncelerim ve kanıma kadar giren hislerim beni kovalıyormuşçasına arkama bile bakmadan evden dışarı koştum. 

Apartmanın dış kapısında geldiğimde nefeslerimi düzenlemeye çalıştım. Bir elim kalbimde düşledim yeşil gözleri. Zihnimde artık iki çift yeşil göz vardı. Biri korku salıyor, öteki korkuyu dizginliyor fakat yerine umulmadık hisler bırakıyordu. Anlamıştım ki bugün ben bile isteye büyük bir yangının ortasına atmıştım kendimi. Ne yazık ki alevler sandığımın aksine korkutmuyor, güven veriyordu.

123456789bara doğru bildinn. Ama Atilla değil Attila ❤

Bu arada Attila'nın Margos ismini kullanmasının sebebi bu kadar basit değil. Yavaş yavaş ortaya çıkacak.

Hoş kalın ❣

İzsiz | texting✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin