"Bunu üç numaraya götürebilir misin?"
Dalgınca bakınırken saate, salladım başımı Seren'e. Elindeki tepsiyi alıp üç numaralı masaya doğru ilerledim. Genç çiftin sohbeti anlık olarak dururken siparişleri masaya yerleştirdim. Yeniden Seren'in yanına varıp masalardaki son duruma baktım. Seren kolumu dürtüklediğinde ise ona döndüm.
"Neyin var senin?" diye sordu kısık bir sesle.
"Neyim varmış?"
"Dalgınsın sabahtan beri. Seni üzen bir şey mi oldu?"
İç çekip başımı iki yana salladım ve bir yalan arayışına girdim gönülsüzce. Ona yalan söylemekten ne kadar nefret etsem de bunu yapmak zorundaydım.
"Eser yok kaç gündür. Ona canım sıkıldı sadece, hepsi bu."
Suratı asıldı. Ellerini önünde birleştirip geriye yaslandı. "Benim de sıkkın canım ona. Eve de gelmedi hiç. Keşke o gün öyle davranmasaydım. Belki anlatırdı kendini, dertleşirdik biraz."
Tebessüm ederek "Kendinde suç arama." dedim. "Belli ki yalnız kalması gerekiyor bir süre."
Başını sallasa da içten içe kendini sorumlu tuttuğunu anlayabiliyordum. Eser'in de Seren gibi özlem çektiğini biliyordum. İkisi çok önceden beri yakın arkadaşlardı. Artık kardeş gibi, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Ne yazık ki Attila birini yanına çekmiş, ötekini yalnız bırakmıştı.
"Hanımlar, bugün erken çıkabilirsiniz." sözünü işitti kulaklarım. Bize seslenen erkek garsona baktım Seren gibi. "Yollar tehlikeli artık. Bu saate kalmasınlar, dedi patron. Kafenin arabasıyla gidin. Diğer kadın çalışanlar da çıkacak şimdi."
Yüzümde bir gülümseme oluştu. Bugünlerde ne yazık ki kadınlar olarak artık sokaklarda güvenlik sorunu yaşıyorduk. Gerçi ne zaman yaşamamıştık ki?
"Siz idare edebilecek misiniz, Anıl?" diye sordum ona. Başını salladı. "Siz güven de olun da gerisini halledebiliriz biz. Hem bu saatten sonra müşteriler tek tük gelir. Onları idare etmek de çok zor değil."
"Helal olsun." dedi Seren. Anıl ona gülüp başını eğdi. Zannımca Seren'den uzun bir zamandır hoşlanıyordu ancak bunu dile getirmekten daha doğrusu reddedilmekten korkuyordu. Çünkü Seren herkese arkadaşı gibi davranıyor ve bundan ötesine geçmiyordu.
"O zaman toparlanalım." dedi Seren. Başımı salladım önlüğümü çıkarırken. Anıl'a veda edip eşyalarımızı topladıktan sonra kafenin servisine binmiş, yol alıyorduk. Normal şartlarda işten çıkmamıza daha üç saat olacaktı. Gözlerimi kapatıp koltukta geriye yaslandım usulca. Ben pek bir şey bilmezdim aslında, liseyi bile terk etmiştim esasında. Ama Atatürk'ü bilirdim, Tomris Hatun'u bilirdim, Nene Hatun'u bilirdim, nicesini bilirdim. Tarihte kadına verilen değerin elbet farkındaydım, İslam'ın gerçekte kadına olan naif yaklaşımını bilirdim. Ama anlamazdım işte. Müslüman neden değer vermezdi kadına? Bu coğrafya, bu orta doğu neden değer vermezdi? İşte onu anlamazdım. Bu yüzdendir ki hep kendime değer verirdim. Polis olmasına rağmen asla babamın arkasına saklanmazdım. İşler benim çözemeyeceğim bir hâl aldığında ancak öyle başvururdum ona. Feminist değildim, dindar değildim, iyilik meleği değildim. Çünkü hakkımı savunmak için ve yaşamak için herhangi bir sıfata ihtiyacım yoktu.
Sokaklardan geçerken kulağıma dolan erkek kahkahaları içimde ukde kalan hisleri açığa çıkarmıştı. Derin bir nefes aldım ve Seren'e veda ederek evimin önünde duran arabadan aşağı indim. Apartmanın kapısını aralayıp içeri girdiğimde asansöre doğru ilerledim. Bir taraftan da Attila'ya mesaj atıyordum.
Hale: Üç saat erken çıktım. Yarın değil, bugün yapmanı istiyorum.
Attila: Tamam.
Asansöre binip düğmeye bastığımda hareketlenen asansörle eş zamanlı olarak kalbim hızlandı. Attila'nın yaptığı herhangi bir soyguna tanıklık etmek istiyordum. Çünkü onu daha iyi anlamak istiyor ve bana olan güveninin sınırlarını zorlamak istiyordum. Babam polis olduğu hâlde bana her şeyi anlatması onun için yeterince tehlike arz ediyorken bir de yanımda bilgisayarından soygun yapacak olması beni afallatıyordu. Dürüst olmak gerekirse onu bir kez olsun babama söylemeyi düşünmedim. Ama yine de herhangi aykırı bir durumda bu hep seçeneklerim arasındaydı.
Asansör durduğunda karşımdaki kapının açık olduğunu görüp içeri girdim. Kapıyı ardımdan kapattıktan sonra sessiz adımlarla Attila'nın odasına gittim. Bilgisayarının başında oturmuş, ellerini klavyede hızla gezindiriyordu. Geldiğimi belli etmek adına konuştum.
"Bu kez de çikolata kokusu alıyorum." dedim tütsüde değişen kokuyu ima ederek. Dalmış olmalı ki irkildi ve bana döndü.
"Hoş geldin. Duymadım geldiğini."
"Hoş buldum. Kapı açıktı."
"Yazar açık bırakmış olmalı."
Kafamı salladım ve bana ayırdığı sandalyeye ilerledim. Şimdi ikimiz de bilgisayar karşısında yan yana oturuyorduk. Göz ucuyla ona baktığımda gerginliğini fark edebilmiştim. Belli ki bu ana tanıklık etmemi istemiyordu ancak yine de bana olan güveninden olsa gerek bir şey de demiyordu.
"Başlayalım mı?" diye sordu usulca. Onu onayladığımda parmakları yeniden klavyede gezindi.
"Önce sana açıklamam gereken bir şeyler var."
"Nedir?"
"Bu kez hesabını ele geçireceğim bir kişi değil, bir vakıf." Kaşlarımı çattım.
"Vakıflara yardımda bulunduğunu sanıyordum." dedim iğneleyici bir tonda. Onu kırdığımı fark edebiliyordum ama onun da fark ettiği bir şey vardı. Benim onun kırmam için bana fırsat veriyordu.
"Bu bildiğin vakıflardan değil. Görünüşte bir sorun yokmuş gibi duruyor. Temel dini eğitimleriyle ünlü. Çok sayıda gence ücretsiz olarak yemek dağıtıyor. Yine öğrencilere yurt imkânı sağlıyor."
"Bu iyi bir şey değil mi?"
"Yurtta olan olaylardan sonra hayır."
"Ne oldu?" dedim merakla.
Sonra anlattığında uğuldadı kulaklarım, kaynadı kanım. Öfkeden doldu gözlerim, titredi kalbim acıyla. Bir sayı kazındı aklıma, bir daha da hiç unutmadım. Nefesimi üfledim hüzünle.
"Nasıl yaparlar?" dedim kısılan sesimle. Başını eğdi, cevap vermedi.
"Vakıf kapatılmadı mı?"
"Sana adaletin öldüğünü söylemedim mi, Hale?"
Bir damla gözyaşı yanaklarıma ulaştığında öfkeyle sildim. "Yap hadi!" dedim hiddetle. Başını salladı ve klavyesinde gezdirdi ellerini. Vakıfın gelir kaynağı olan bağışların hepsini başka bir vakfa bağışlandığını söyledi sorduğumda. Sormuştum çünkü ne yaptığını anlayamamıştım.
"Bir kısmı fidan bağışı için, bir kısmı da hasta çocuklar için." dedi ve sonra biraz açıkladı bağış yaptığı vakıfları bana. Az önceki öfkeme kıyasla daha sakin bir sesle sordum.
"En son bir şey yazdın. O neydi?"
Gülüp bana ekranı gösterdiğinde onun gülüşüne eşlik ettim. Artık daha iyi hissediyor, intikam almış olmanın verdiği memnuniyetle tebessüm ediyordum.
Attila hesaptaki tüm parayı bağışladıktan sonra hesaba bir lira transfer etmiş ve bir not düşmüştü altına.
Bir liradan bir şey olmaz.
Bu bölümü anlamadıysanız arama motoruna 'bir kereden bir şey olmaz' yazmanızı rica edeceğim. Üstü kapalı bir şekilde anlatmak zorunda kaldım. Ama bu olay gerçek ne yazık ki. Unutmayın kötülüğün bir siyasi partisi, coğrafyası, dini, milleti yoktur. Bu yüzden olaya asla böyle yaklaşmayın.
Bu arada Hale'nin babasına Attila'yı anlatmamasının tek nedeni ona olan güveni değil aynı zamanda kendi başına bir şeyleri yapabildiğini hissetme isteği. Bunu da öğrenmiş olduk bu bölümde.
Hoşça kalın❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İzsiz | texting✔
ChickLitHale'nin tek isteği komşusunun internetine bağlanmak ve müzik dinlemekti. Fakat komşusunun gerçekte kim olduğunu idrak ettiğinde her şey için çok geç olacaktı. Margos: Boşuna uğraşma, şifreyi kırmaya çalıştığını biliyorum. Tamamlandı, iyi okumalar♡...