2.5

770 113 136
                                    

Uyarıııı!

Bir önceki bölümün bildirimi gitmemiş, onu mutlaka okuyun

İyi okumalar❤

"Gitmeden benimle bir fincan çay içer misin, Hale?" 

Şaşkın bakışlarımı Attila'dan çekip yaşlı adama çevirdim. Nazik sesi içimi bir nebze rahatlatırken belli belirsiz başımı salladım. "Harika." deyip odadan çıktığında bir süre ardından bakındım. Gözlerim aralık kapıya dalmış, öylece düşünüyordum. Yanlış bir beklenti içine girmiş, hayal dünyasından çıkmaya fırsat bulamadan gerçek dünyamın karıştığına şahit olmuştum. Babam aklıma düştüğünde istemsizce büküldü dudaklarım. Onun bunları bilmeye hakkı vardı. Ona her şeyi anlatmak ve içimde alev alev büyüyen ihanet yangınından kurtulmak istiyordum. Babam, annem, Seren... Onlardan gizlenmek istemiyordum. Kimseyi gizlemek de istemiyordum. O hâlde neden buradaydım? Neden güven hissi bırakmıyordu burada peşimi? Bir hatta üç hırsızın dünyasında yerim neydi? 

"Hayatından gitmek istiyorum. Hiçbir şey yaşanmamış gibi yapacağım." dedim net, itiraz istemeyen bir sesle. Bakışları öfkeli bakışlarımı bulduğunda yüzündeki ifadeyi anlamaya çalıştım. Hayal kırıklığına uğramış gibi bakıyordu, ne yazık ki bu onu haklı çıkarmazdı. 

"Hale, anlattıklarım senin hayatına yabancı şeyler. Bunun farkındayım ama neden yaptığımı da anlattım." 

"Bunu ailene yeniden kavuşmak için yaptın! Ülkede hiç avukat, polis, hakim yok mu sanıyorsun? Adaleti senin sağlayabileceğini mi düşündün? Hem de çalarak!" 

Bağırışlarıma rağmen ifadesini bozmadan devam etti öylece oturmaya. Yine boğazı kurumuş olmalı ki masadaki şişeyi aldı ve biraz su içti. Sessiz birkaç dakikanın ardından yavaşça yerinden kalktı. Aramızdaki uzaklık onun karşıma dikilmesiyle son bulmuştu. Yeşil gözlerine bakabilmek için kafamı kaldırdım. Su içtiği için ıslanmış dudakları titreşti, bir şey dedi duymadım. Sadece biraz daha gözlerine bakmak ve tüm sırlarını açığa çıkarmak istiyordum.

"Adaletin gerçekten sağlanabildiğini düşünüyor musun, Hale?" diye sordu fısıltılı bir sesle. Cevap vermedim, yalnızca yeşillerine bakmayı sürdürdüm. 

"Adalet cübbelerde, mahkeme salonlarında aranmaz. Adalet yasalarda, yasaklarda bulunmaz." 

"Neden böyle diyorsun?" diye sordum yutkunuşunu seyrederken. 

"Çünkü" dedi bakışlarında nefreti taşırken. "adalet öldü." 

Başımı eğdiğimde bakışlarım boynuna ilişti. Yüreğimde tuhaf bir sancı belirdi. Zihnimin en ücra köşeleri bile onun hissiyatıyla doldu. Çaresizce kıpırdandım yerimde. Beni rahatsız etmemek için biraz geri çekildiğinde yüzüne bakamadım bu kez. 

"Sen kimsin?" diye sordum kısık, merak dolu bir sesle. "Seni kendimden itmek istiyorum, Attila. Ancak aynı anda sana sarılma arzusu kaplıyor içimi. Kimsin de bu kadar alt üst ettin dengeleri?" 

Yüzündeki ufak tebessüme anlam veremeyerek bakındım ona. Sessiz sedasız hallerini sevmiyordum en çok. Ne zaman sussa zihninin düşüncelerle kaplandığını biliyordum. Bunu kendimden biliyordum. 

"Yazar seni bekliyor." deyip geri çekildi tamamen. Daha sonra tek bir kelime dahi etmeden bilgisayarının başına oturdu. Bir süre onu izlesem de yazarın çay faslını geciktirmek istemiyordum. Odadan çıkıp aydınlık olduğunu fark ettiğim başka bir odaya ilerledim, muhtemelen yazar oradaydı. Odaya girdiğimde tahminimde yanılmamak beni memnun ederken derin bir nefes aldım ve ahşap masasında bilgisayarının başında oturan yaşlı adamın dikkatini çekmek adına bir iki kez öksürdüm. Beni fark ettiğinde gülümsedi. 

"Hoş geldin, Hale. Şöyle geçebilirsin." Masasının karşısında duran kırmızı kumaşlı, ahşap koltuğu işaret ettiğinde kibarca teşekkür edip oturdum. Sandalyesinden kalkıp odanın içindeki duvara yapışık küçük ahşap masaya ilerledi. Çay makinesinden iki fincana çay doldurdu ve ikramlıklarla beraber geri döndü. 

"Afiyet olsun." deyip iki fincan çayı ve iki tabak Türk lokumunu masaya koydu. Ona yeniden teşekkür ederken buldum kendimi. 

"Kitabımı yazdım." dedi sandalyesine yerleşirken. Çayımdan bir yudum alıp yumuşak içimini hissetmeyi bekledim bir süre. Dilimde krema tatmışım gibi hafiflik bıraktığında memnuniyetle gülümsedim. Bunu fark etmiş olacak ki o da gülümsedi. 

"Adı ne?" diye sordum. 

"İzsiz." 

Biraz duraksadıktan bu ismin tanıdık gelmesinin nedeni zihnimde yankılandı. 

"Bu Attila'nın lâkabı, öyle değil mi?" 

"Elbette. Çünkü başkarakter o." dediğinde istemsizce yutkundum. 

"Ama ilk cümlesini henüz yazamadım." dedi bir vakit sonra. 

"Neden?" Çayından biraz yudumladı ve fincanı tabağına yerleştirdi. 

"İlk cümle romanın kalbidir. O cümle okuru kitaba aşık da edebilir, düşman da." 

"İlk kez olan şeyler hep öyledir." dedim birden. Beni onayladığında gülümsedim. Bir yazarla tanışıyor olmak beni mutlu ediyor, gururlandırıyordu. Elimde olsa onun hayal dünyasına girer, derinlerde sakladığı kurgularını da okurdum. 

"Kitabın sonunu merak etmiyor musun, Hale?" diye sordu, düşüncelerim aniden bölünmüş oldu böylece. "Attila Uysal'ın sonunu merak etmiyor musun?" 

Kalbim hızla çarparken yanıtladım. "Elbette ediyorum. Bana anlatabilir misiniz? Yoksa basıldıktan sonra da okuyabilirim kitabı."  Biraz duraksadıktan sonra aklıma gelen soruyu sordum. "Sahiden bu kitap ne zaman basılacak?" 

Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Çay fincanını elleri arasına aldı ve içmeden önce sorumu yanıtladı. 

"Yakında basılacak." 

"Ne kadar yakında?" 

"Başkarakter öldüğünde." 

Kaskatı kesildim. Porselen fincan, duyduklarımın etkisiyle buz kesmiş parmaklarımın arasından süzülüp yeri boyladı. Sıcak çayın bir kısmı üzerime sıçramış fakat yakmamıştı. İşittiklerim kadar yakamamıştı.

"Attila Uysal ölecek mi?" diye sordum titrek bir nefes almadan hemen önce.

Yanıt vermedi, işaret vermedi, onaylamadı fakat reddetmedi de. Öylece baktı yüzümdeki telaşlı ifadeye. Sonra ağır ağır kalktı yerinden. Yanıma kadar geldi, biraz durup tepkimi yokladı. Ardından tebessüm etti usulca ve o tebessüm yüreğime oturdu.

"İnsanlar ancak unutulduklarında ölürler, Hale." dedi ihtiyarlamış sesiyle. "Ve Attila Uysal asla unutulmayacak."

İzsiz | texting✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin