Demir parmaklıklı kapıya baştan aşağı göz gezdirdim. Elimi tokmağa uzatacakken duraksadım. Yaptığım şeyin doğru veya yanlış olduğundan şüpheliydim. Ne yapacağımı dahi bilmiyordum. Tek bildiğim stres altında olmaktan nefret ediyordum ve bu kapıyı görmek bile ruhumu baskılıyordu. Bilmediklerim ruhumu baskılıyordu. Derin bir nefes aldım ve kapıyı çaldım.
Tak tak sesi hiç eşya barındırmayan, çıplak apartman katında yankılandıktan kısa bir süre sonra kapı aralandı. İhtiyar adamın beyaz saçları ilk gördüğüm şey olduğunda bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kırışmış, bir toprağa benzer beyaz teninde dolandı gözlerim.
"Davetsiz misafir kabul eder misiniz, yazar?" Bir süre düşünür gibi oldu, ardından nezaketle gülümseyip parmaklıkları açtı.
"Attila'ya güveniyorsun." dedi kısık bir sesle beni içeri buyur ederken. "Ona güvenmeseydin gelmezdin. Gideceğin ilk yer babanın yanı olurdu, öyle değil mi?"
Cevap veremedim, zaten cevap vermemi beklemeden gitti ve ben de Attila'nın karanlık odasına yol aldım. Bilgisayarının başında, uzun parmakları klavyede dolaşıyor, gözleri kısılmıştı. Geldiğimi fark ettiğini klavyede yavaşlayan ellerinden anladım. Usulca bana döndü ve sıcacık gülümsedi. Tenim yeniden ısınmış, kanımda yine tatlı bir his geziniyordu.
"Hoş geldin."
"Hoş buldum." dedim tebessüm ederek. Bir süre konuşmadık. Ancak o sessizlikte ikimiz de birtakım sırları duyar gibi olduk. Ona güvendiğimi söylemiş gibi hissettim, başımı eğdim. O da benden hoşlandığını söylemiş gibi kızardı. Masasındaki çikolatalardan bir tanesini bana uzattı. Teşekkür ederek aldığımda sordum.
"O çikolatalar hep orada mı, erimiyorlar mı?"
"Aslında dolapta duruyorlar. Sadece sen geleceğin zaman çıkarıyorum."
"Geleceğimi nereden biliyordun ki?" dedim şaşkınlıkla. Çikolatasından bir parça attı ağzına.
"Eser ile konuşmanızdan sonra geleceğini tahmin ettim. Seni sabah yedide bekliyordum. Ama yedi buçukta geldin. Sanırım yarım saat tereddütte kaldın."
Gülüp başımı salladım. "Bu kadar zeki olman gerekmez."
"Senin de bu kadar güzel olman gerekmez."
Kulaklarıma kadar kızarırken o da ne dediğini yeni fark etmiş gibi eğdi başını. Dudağını utançla kemirdiğini gördüm göz ucuyla. Artık benden hoşlandığını anlamıştım. Bu beni içten içe mutlu etse de rahatsız hissettiren bir şeyler vardı. Mesela o bir hırsızdı.
Bir bardak su alıp içti. "Ben..." dedi başını yeniden eğerken. "Seni rahatsız ettiysem özür dilerim."
"Rahatsız olmadım." dedim usulca. "Sadece beklediğim bir şey değildi."
Başını salladığında onun daha fazla utandığını anladım anlık olarak görünen kırmızı yanaklarından. Bir erkeğin böylesine nazik ve utangaç olması normal miydi? Üstelik o bir hırsızdı. Suç işleyen biri nasıl böyle iyi olabilirdi? Yine de bir süre bunu sorgulamayı bırakmalıydım, daha fazla utanmasını istemezdim.
"Bana en son söylediğin şeyi açıklayabilir misin?" dedim merakla. Bleda Attila'yı prensesten önce öldürecekti, ne anlama geliyordu?
Derin bir nefes aldı. "İstersen önce sana Çimen'den yani abimden bahsedeyim." dediğinde başını kaldırdı ve yüzüme baktı. Onu onayladığımda tekrar konuşmaya başladı.
"Abim yetimhaneden ayrıldıktan sonra onu hiç göremedim. Sadece yazar ve ben kalmıştık geriye. Bana öğrettiği her şeye daha sıkı bağlanmıştım. Çünkü kimsem yoktu. Bilgisayara ve tarihe olan merakımı arttırıp günümü çalışmakla geçiriyordum. Üniversite okuduğum zamanlarda da artık yanımda yazar olmadığı için ve hatta o yetimhaneden ayrılıp hiçbir iz bırakmadan gittiği için yapayalnızdım. Asosyal olduğum için insanlar benimle çok uzun süre arkadaşlık kurmak istemiyordu. Onların istediği üniversite hayatına epey ters bir yapım vardı. Ben de bu sıralarda siber dünyaya ilgi duymaya başladım. Gizli bilgisayar korsanları ilgimi çekmeye başladı ve başlarda amacım sadece bu dünyanın nasıl olduğunu öğrenmekti, içine girmek değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İzsiz | texting✔
ChickLitHale'nin tek isteği komşusunun internetine bağlanmak ve müzik dinlemekti. Fakat komşusunun gerçekte kim olduğunu idrak ettiğinde her şey için çok geç olacaktı. Margos: Boşuna uğraşma, şifreyi kırmaya çalıştığını biliyorum. Tamamlandı, iyi okumalar♡...