EPİLOG

213 41 29
                                    

Kara bulutların beraberinde getirdiği fırtına, hızla ardımızda bıraktığımız tarlaları toz duman içinde bırakmıştı. Omzumun üzerinden beni takip etmekte olan askerlere bir bakış attım. Yorgun fakat keyifleri yerinde görünüyordu. Eve dönüyor olmak onları rahatlatmış gibi duruyordu.

"Gistra." diye seslendim yanımda at sürmekte olan komutana. Ses tonumdan hoşnutsuzluğumu anlamıştı. Askerlere toparlanmaları için talimat verdi. Çok fazla kelimeye gerek kalmadan anlaşabilecek kadar uzun süredir tanıyorduk birbirimizi. Eve varmadan görev sona ermiş sayılmazdı.

Atımın üzerinde biraz daha eğilerek hızımı arttırdım. Parmaklarımı dudaklarıma götürüp keskin bir ıslık çaldığımda ormanın içinde bizi takip etmekte olan diğer grup aramıza katıldı. İçlerinden birinden kan kokusu geliyordu. Tam o sırada rüzgar yön değiştirerek bize doğru esti. Kan kokusu iyice yoğunlaştı, adeta zihnimin içini doldurdu.

Dudaklarıma bir gülümseme yayıldı. Zaferin tatlı kokusu, bir kadeh şaraptan daha haz vericiydi.

"Nehirde bir mola vermek ister misiniz?" Gistra'nın teklifini reddetmeyi düşünsem de yaralı askerlere ilk müdahaleyi yapmak mantıklı olabileceğinden kabul ettim. İki kilometre kadar ilerledikten sonra nehirde ara verdik. Atımın yularını çıkarıp iltifat edercesine başını okşadım ve rahatça su içip yayılması için onu serbest bıraktım. O sırada diğer askerler birbirlerine yardım edip hızlıca yıkanmaya başladılar.

Ellerime bulaşmış kanı nehrin berrak suyunda yıkadım. Kaşlarımı çatarak kıyafetimin parçalanmış kollarına baktım. Mükemmel görünüşümü bozan rahatsız verici bir ayrıntıydı. Askerlerden biraz uzakta, taşın üzerine oturarak suyun içinde birbirleriyle çocuk gibi oynayışlarını izledim. Çok geçmeden Gistra yanı başımda belirerek elindeki ıslak bezi bana uzattı. Soran gözlerle ona baktığımda boynumu ve çenemi işaret etti. Derin bir iç çekerek kumaş parçasıyla boynumdaki kanı ve kiri sildim.

"Sen girmiyor musun?" diye sordum biraz ötemde sakince kılıcını temizlerken. Bana bakmadan cevap verdi.

"Eve kadar sabredebilirim." Başımdaki zırhı çıkarıp saçlarımın serin rüzgarda temiz hava almasına izin verdim. "Endişelenmeyin, az kaldı." Tek kaşımı kaldırıp soran bir ifadeyle komutana baktım.

"Endişelendiğimi de nereden çıkardın?" Dudakları bir gülümsemeyle kıvrılır gibi oldu.

"Mutlak zafere ulaşana kadar asla tatmin olmazsınız." Bir süre yüzüne bakmaya devam ettikten sonra gülümseyerek başımı salladım.

"Bir Ori'nin tesellisine muhtaç olmam küçük düşürücü."

"Bir Ori'nin yoldaşlığına da muhtaçsınız."

"Bu bir hakaretti." Çekinmek ya da sinirlenmek yerine bastıramadığı gülümsemesiyle kılıcını temizlemeye devam etti. Gözlerimi kısarak Komutan Gistra'yı inceledim. Diğerlerinin aksine benden korkmuyordu. Bakışlarımdan, yok edici büyümden, yakıcı öfkemden etkilenmiyormuş gibi görünüyordu. Yıllar boyunca şuursuzca bana çekilen, varlığımla bile ürken diğer Samguların arasında o bir gölge gibi sessizce beni takip etmeye devam etmişti.

Ona saygı duyuyordum. Büyü gücü olmamasına rağmen askeriyeye giren ilk Ori'ydi. Fakat bu onun için bir eksiklik değildi. O kadar usta bir dövüş ustası ve o kadar zeki bir adamdı ki kısa sürede hızla yükselip hak ettiği yeri almıştı.

O değişen dünyanın öncüsüydü. Tahtın geri alınmasından sonra yüzlerce yıl süren düzeni değiştirmeye çalışmak hiç kolay olmamıştı. Değişim bir çoğunu hiç ama hiç mutlu etmemişti.

Ancak Gistra cesurca üzerindeki zincirlerden kurtulmuş, onu aşağıya çekmeye çalışan kollardan kendini sıyırıp hedeflerine ulaşmıştı. Mücadeleler, savaşlar ve ihanetler asla sona ermemişti ancak o, uğruna çabaladığımız geleceğe en aydınlık ışık olmuştu.

ARANİL (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin