Rae kırmızı kanlıların ardından evine doğru koşarken, kraliyet askerleri öfkeli halkı kontrol etmeye çalışıyordu. Fakat içlerinde buna pek de hevesli olmayanların sayısı azımsanamayacak miktardaydı. Büyülü mızraklarla akın eden halkı durdurmaya çalışırken bir yandan da şüpheli gözlerle Rae'nin gittiği yola bakış atıp duruyorlardı. Onları kendi haline bırakıp Rae'nin benden istediği şeyi yapmak için için surların arka tarafına geçtim. Rium'u uyandırmam için neden Ölüm Ormanı yerine burayı seçtiğini anlamamıştım. Merak da etmiyordum açıkçası. Bir an önce şu büyüyü yapıp üzerimdeki bu yükten kurtulmak istiyordum.
Kaşlarımı çatarak mührümün olduğu yeri ovaladım. Rae'nin bana yaptığı büyü hala tenimin altında karıncalanmaya neden oluyordu. Beni hazırlıksız yakalamıştı. Gücüyle beni tahrik etmişti. Dokunuşlarının etkisiyle nabzımın hala hızlı atmasına rağmen o an onu ne kadar büyük bir arzuyla yok etmek istediğim geldi aklıma. Eğer beni kontrol edemeseydi, eğer yeterince güçlü olmasaydı... Şimdi bile o hissi hatırladıkça kaslarımın gerilmesine engel olamıyordum. Bir daha böyle bir şey yapmasına asla izin vermeyecektim.
Onun yerine biraz eğlenerek kendimi rahatlatacaktım. Ellerini göğe kaldırmış bilinçsiz bir şekilde büyüsünü tamamlamaya çalışan bi grup Samgu'yu gördüğümde yüzüme bir gülümseme yayıldı. Hapis çemberini etkinleştirmek üzereydiler. Tek gözümü kapatıp avcum çemberin görüntüsünü kapatacak şekilde hiza aldım. Saniyeler geçtikçe çemberin motifleri değişmeye başladı fakat bunu fark edememişlerdi. Kendi büyülerini tamamladıklarında Samguların gözleri heyecan içinde açıldı. Yavaşça avcumu kapattım.
Göğe doğru bir ışık hüzmesi yükseldi. Planladıkları gibi kalenin içinde değil, kendi etraflarında. Şaşkınlıkla etraflarına bakınırlarken bir tanesi benimle göz göze geldi ve gözleri dehşet içinde açıldı. Onları alevler içinde bırakmak için elimi tekrar kaldırdığımda onu hissettim.
Buradaydı.
Kaşlarımı çatarak gökyüzüne baktım. Burada ne işi vardı? Neden geliyordu?
Derken büyük bir gürültü koptu ve hemen önümde sislerin arasından belirdi. Gösteriş meraklısı.
"Merhaba, Elçi." diye selam verdim silik yüzüne. "Her zamanki gibi yüzünde güller açıyor." Tahmin ettiğimin aksine öfkelenmek yerine neşeyle cevap verdi.
"Yüzünde güller açmak deyiminin ne demek olduğunu birazdan daha iyi anlayacaksın, Ai Susano." Kaşlarım kalktı.
"Seni bu kadar neşelendiren nedir acaba?"
"Vakti geldi." Ona doğru bir adım attım. Rae'nin usulca parlayan mühürlerini yüzüne doğru tuttum.
"Bana bir şey yapmaya gücün yetmez, Elçi." Güldü. Binlerce yıldır ilk defa güldüğünü duymuştum. Bu ses beni başka hiçbir şeyin edemeyeceği kadar huzursuz etmişti.
"Sana bir şey yapmakla vakit kaybetmeyeceğim." Gözlerim kısıldı. Bu da ne demekti? Rae'den mi bahsediyordu?
"Ona bir şey yapmana izin vereceğimi mi zannediyorsun?"
"Bu evrenin hükümdarı sen değilsin, Susano. Sen hükümdarın yaramaz oğlusun sadece."
"Öyle olmadığımı sana hemen kanıtlayabilirim." dedim dişlerimi sıkarak. O sırada surların ardında dövüşmekte olan Rae'den bir inleme sesi geldi. Düşünmeden ileri doğru atıldım ancak bir güç beni durdurdu.
"Kırmızı kanlıların kaderine müdahale edemezsin." dedi neredeyse dalga geçer gibi. Silkinerek kendimi ondan kurtarmaya çalıştım.
"Seninle burada vakit kaybetmeyeceğim, çekil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARANİL (TAMAMLANDI)
Storie d'amore**TheWattys2021 Yarı Finalist** **WattpadFantastTR Okuma Listesinde** "Ona yaklaştıkça kalbimin atışı daha da hızlanıyordu. Her kulaçta, beni hapseden zincirlerden biraz daha kurtuluyordum sanki. Hayatımda bir kez olsun kendim için bir şey yapıyordu...