Bölüm 5

232 52 5
                                    

"Yerimiz yok."

Gürültülü bir şekilde çarpan kapıya iç çekerek baktım. Bu, bugün yüzüme kapanan dördüncü kapıydı. Böyle olacağını biliyordum fakat yine de ümit etmekten kendimi alamamıştım. Yorgun ve endişeliydim... Sabah ormana girmeden önce biraz olsun rahatça uyumak, kendimi toparlamak istemiştim sadece. Fakat gözlerimi gören herkes benden Taokt görmüş gibi kaçıyordu. Başka çarem kalmamıştı sanırım.

"Ori Rae." Sesin geldiği yöne başımı çevirdiğimde hanın küçük bahçesindeki ağacın altında sigarasını içen kadın bir Samgu ile karşılaştım.

"Sizinle tanışıyor muyum?"

"Seni herkes tanıyor." dedi dümdüz bir sesle gözlerimi işaret ederek. Tabi ki, küçüklüğümden beri gezmediğim köy kalmamıştı. Bir kez gördüklerinde unutabilecekleri biri değildim. "Yolculuğun nereye?"

"Ölüm Ormanı'na gidiyorum." Cevabımı duyunca sigarasını dudaklarına götürdüğü eli havada kaldı. Gözleri kısıldı.

"Hiçbir kırmızı kanlı oradan sağ salim çıkamaz."

"Bana önereceğiniz bir han yoksa daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum." dedim çantamı tekrar sırtıma atarken.

"Gidersen ölürsün, dönersen hakkındaki söylentileri haklı çıkarmış olursun." Omzumun üzerinden Samguya baktım.

"Sözleriniz endişelendiğiniz için mi? Yoksa merakınızı dile getirmek için mi?" Cevap vermek yerine gülerek sigarasından derin bir nefes aldı. Arkamı Samguya dönerek tekrar yola koyuldum. Sözlediklerinin farkındaydım elbette. Herkes bir Taokt olduğumu söyleyip duruyordu, oradan geri döndüğümden büyük ihtimalle işler daha da çığrından çıkacaktı ancak önemli değildi. Hite iyileştiği sürece bir önemi yoktu. Kırmızı kanlılar her zaman yaptığı şeyleri yapmaya devam edecekti ancak bizim için her şey çok daha farklı olacaktı.

Kasabanın içinden akan ırmağı takip ederek merkezden ayrıldım. Orman yakınlarındaki tüm kasabalar gibi burası da insanların topluca yaşadığı tek bir merkezden, merkezin dışındaki tarlalardan ve sonradan başlayan ormandan oluşuyordu. Tek farkı, ormana diğer yerlerden daha uzaktılar çünkü Ölüm Ormanı'na yaklaşmaya cesaret edemiyorlardı.

Bense yarın sabah günün ilk ışıklarıyla oraya girecektim.

Başımı kaldırıp karanlığı aydınlatan ay ışığına baktım. Neyse ki hava güzeldi. Tüm bunların üzerine altında uyuyabileceğim bir çatı yokken yağmur yağsaydı kötü olurdu. Uzunca bir süre yürümeye devam ettim. Uyumak için düz ve nispeten yumuşak bir yere ihtiyacım vardı. Büyükçe bir ağaç işimi görürdü. Altını uzun otlarla kaplayıp üzerime pelerinimi örttüm mü tamamdı. En az handa uyuyormuş gibi rahat olurdu.

İlk defa yaptığım bir şey değildi. Uzaklara nadir bitkileri toplamaya gittiğimde ya da sıcak yaz gecelerinde ormanda uyuduğum çok olmuştu. Hiçbiri Ölüm Ormanı değildi tabi ki...

Açıklığın biraz ötesinde ormana girmeden bir meşe ağacı gördüm. Çok yaşlı değildi fakat yeterince büyüktü. Eşyalarımı köklerine bırakıp çantamdan orağı alarak etraftaki uzun otları biçtim ve ağacın köklerine yığdım. Elimle yerin sertliğini kontrol ettikten sonra yeni yatağımın üzerine bağdaş kurdum. Yemeğimi şimdi yemeli miydim?

Çok aç sayılmazdım açıkçası. Daha çok kirli hissediyordum. Hiçbir han beni almadığı için üç gündür banyo yapamamıştım. Normalde dayanamayacağım bir süre değildi fakat toz, toprak ve hayvan kokusu üzerime sinmişti. Hareket ettikçe kendimden gelen kokuyu alabiliyordum. Kolumu kaldırıp kokladım.

ARANİL (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin