Ozan Karaköse'den
"Sonunda!" diye söylenerek arabadan inerken yüzüme çarpan soğuk hava biraz da olsa ferahlamama neden olmuştu. Klinik Köy'ün sahibinin -ya da artık benimle konuşan her kimse onun- dediği gibi konumu internette bulmuştum ama buranın bu kadar dağ başında olduğunu hiç ama hiç düşünmemiştim.
Ellerime ceplerime soktum. Önümde bulutlu gökyüzüne doğru uzanan beş katlı, güzel ve dikkat çekici bir dış cepheye sahip bir bina, namı diğer Klinik Köy'ün binası duruyordu.
Geniş, rengarenk çiçeklerle bezenmiş bahçeden geçtim. Kışın da açmaları için bilinçli bir şekilde seçildiklerine neredeyse emin olduğum çiçeklerin rahatlatıcı kokuları burnuma dolarken buraya gelene kadar çektiğim trafiği ve daha sonrasında da adresi bulma çabalarımın gerginliğini tamamen unuttum.
Hem soğuktan kurtulmak hem de mülakatı hemen atlatmak istediğimden bu güzel yerde fazla durmadan içeri girdim. Sıcacık, rahat bir lobiydi adımımı attığım yer. Hemen solda, birkaç basamak yukarıda şirin bir lokanta vardı. Çeşitli şekillerde masalar etrafa Klinik Köy binasının mükemmel bir iç mimariye sahip olduğunu herkese göstermek istercesine bir mükemmeliyetle dizilmişlerdi.
Kısaya yakın orta boylu, normal kiloda, kısa, kahverengi saçlı bir kız etrafta, masaların arasında dolaşıyordu. Dışarıdaki kış kasveti onun davranışlarına etki etmemişti belli ki çünkü güneşli, güzel bir yaz günüymüşçesine neşeli ve enerjikti. İnsanlara bir şeyler söylüyor, bol bol gülüyordu.
Boğazımı temizledim. Resepsiyonda kimse olmadığı için garson olduğunu tahmin ettiğim kıza yaklaşarak "Bakar mısınız?" dediğimde bana döndü. Göz göze geldik ama en ufak bir çekingenlik veya gözlerini kahverengi gözlerimden kaçırma isteği belirtisi göstermedi.
Ben bu gözleri tanıyordum. Uzaktan pek anlamamıştım ama liseden arkadaşım Nisan'dı karşımda duran. Dış görünüşü pek değişmemişti aslında. Saçları yine dümdüzdü, boyu fazla uzamamıştı, kilosu da pek değişmemişti sanki. Ama duruşu, daha doğrusu insanlarla konuşurkenki duruşu tamamen değişmişti.
Lisedeyken sadece tahtaya kalktığı, söz aldığı, birilerine karşı kendisini ya da arkadaşlarını savunmak zorunda kaldığında böyle bir duruş sergilerdi: zeki, kararlı, kendinden oldukça emin ve karşıdakini hemen hakimiyeti altına alan.
"Hoş geldin." dediğinde onun gönderdiğim özgeçmiş ve diğer belgeler sayesinde beni daha önceden tanıdığını anladım çünkü zerre şaşırmamıştı. Gülümsemesini koruyordu. Şaşkınlığımdan keyif aldığından emindim.
"Hoş buldum. Seni görmeyi beklemiyordum hiç. Uzun zaman geçti."
"On sene."
Yavaşça uzak bir köşede duran, boş bir masaya ilerledi. Onu takip ettim. Garson olmadığını az önce anlamıştım, zaten buranın sahibinin adının Nisan nolduğunu biliyordum. Tanınmış bir psikologdu. Rakibim olarak görebileceğim kadar iyiydi işinde.
Yerimize oturduk. "İçecek bir şeyler ister misin? Yiyecek bir şeyler de sipariş verebiliriz. Tabii onları mülakattan sonra alsak daha iyi olur sanırım."
Liseden arkadaş olduğumuz için mi böyle davranıyordu bilmiyorum ama çok sıcaktı, bir iş görüşmesine değil de arkadaşça bir buluşmaya gelmişim gibiydi.
"Aliye Abla, bize sade bir Türk kahvesiyle sıcak çikolata getirebilir misin?"
Sade Türk kahvesi içtiğimi nereden bilmişti?
Önüne döndüğünde çatılan kaşlarımı ve meraklı gözlerimi gördü. "Liseden biliyorum." dediğinde "Ha, evet." diye mırıldandım. Devam etti. "Senin Türk kahvesi sevgini herkes biliyordu."
Saçını kulağının arkasına attıktan sonra derin bir nefes aldı. Yüzüne arkadaşça bir ciddiyet oturdu, Aliye Teyze dediği yaşlı kadının gelip istediklerimizi masaya bırakmasından sonra "O zaman mülakata başlayalım, seni de işinden etmeyeyim." dedi.
"İlk başta şunu söylemek istiyorum ki senin yapacağın her işi şu an ben yapıyorum ve sen işe girersen yine yapmaya devam edeceğim. Eminim Klinik Köy'ün nasıl bir yer olduğunu biliyorsundur. İnsanlar buraya geliyor, beraber konuşuyoruz, dertlerini dinliyorum. Daha sonra burada tarladan topladığımız şeyleri ve ev yemeklerimizi yiyorlar, temiz hava alıyorlar. Hayvanlarla vakit geçirmek isteyen de oluyor. Bunun gibi daha bir sürü şey..."
"Evet, biliyorum." deyip başımı salladım. Sıcak çikolatasından bir yudum aldı, ben de Türk kahvemden içtim. Aramızdaki kısa sessizliği bozan o oldu.
"Artık burayı daha fazla insan biliyor ve köy yaşamına bir ilgi doğdu. O yüzden işlere yetişemez hale geldim. Arazinin çevresinde altı tane güvenlik görevlisi var. Aliye Teyze lokantaya bakıyor, Recep Amca da odalara götürdüğümüz hizmetlerle ilgileniyor. Bir de Agah Amca'yla Gülayşe Teyze var. Gülayşe Teyze temizlikle ilgilenir. Agah Amca'ysa pek ortalarda görünmez, temizlik işleriyle ve hayvanların aşılarıyla ilgilenir."
Kaşlarımı kaldırdığımı görünce güldü. "Evet, biliyorum. Çok alakasız işler." dediğinde onun gülüşü bana da bulaşmış olmalı ki kendimi hafifçe gülerken buldum.
"Bak, ben güvenebileceğim birini istiyorum. Burada emirlerime itaat edecek biri değil, işlerime yardım edecek, benimle konuşabilecek, benim kadar canla başla ve sevecenlikle bu işi yapabilecek birini arıyorum. Seni liseden tanıyorum, samimi bir yaklaşımın olduğunu ve sana güvenebileceğimi biliyorum."
O kadar emin konuşuyordu ki biri duysa aradan 10 sene değil, ancak 10 ay geçmiş sanardı.
Kahverengi gözlerini gözlerime dikti. Neredeyse bir dakika boyunca ikimiz de gözlerimizi kaçırmadan öylece durduk.
"Serbest bir çalışma tarzımız var, her şey gelenlere göre şekilleniyor. Bazen sadece bir iki saat çalışıyoruz, bazense gece yarısına kadar. Tatil günü olarak da istediğin günü seçebilirsin eğer hala çalışmak istiyorsan."
"İstiyorum, benim için uygun. Dediğin her şeyi yaparım, sıkıntı değil. Yani, dediğiniz her şeyi..."
Son cümlemi sorarcasına söylemiştim. Sesimdeki tonlamayı anladı. "Sen..." dedi hemen. "Sen diye hitap et bana, tabii istersen."
"Olur." dedim. "Tamam o zaman." deyip ayağa kalktı hızlıca. "Bir haftaya kadar işe başlayabilir misin?"
Ben de ayağa kalktım. "Aslında hemen şimdi de başlayabilirim."
Birkaç saniyeliğine şaşırdığını anlayabileceğim bir yüz ifadesi takındı, boşluğuna gelmişti herhalde çünkü daha sonra hemen eski gülümseyen haline dönmüştü.
"Tamam, seninle domates fidanlarını dikelim o zaman. Daha sonra da bir seansa girersin."
Dediklerine itiraz edemedim, etmek aklımdan bile geçmedi ama bunun nedeni patronum olması değildi. Çok tuhaftı ama karşısındaki insanı etkisi altına alıyordu, bana bir şey söylese ve yapmamı istese "Hayır." diyemezmişim gibi geliyordu. Gözleri o derece kararlı ve... ve... Uygun kelimeyi bulamıyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Klinik Köy | Texting
Short Story(Tamamlandı.) KLİNİK KÖY'E ELEMAN ARANIYOR! Yüksek maaş verilecek. Yatılı kalmanın yanı sıra tüm yemek bedelleri de karşılanacak. Aranan özellikler: 1. Herhangi bir üniversitenin psikoloji bölümünden iyi bir ortalamayla mezun olmak 2. Bir şeyleri ta...