Ozan Karaköse'den
"Bak, bu benim ağacım. Tabii yazları birkaç kuşla paylaşıyorum ağacımı ama kışın sadece benim."
Nisan elini kalın gövdeli, yaşlı ve güçlü olduğu beş metre öteden bile belli olan bir ağaca koyarak söylemişti bunları. Kaşlarımı kaldırdığımı görünce yüzüne yayılan hevesli gülümseme biraz daha gösterdi kendini, soğuktan kızarmış yanaklarının üzerinde.
"Annem küçükken dikmiş bu ağacı. Dedemlerle buraya gelirlermiş piknik yapmaya. Dedem bir gün gelirken bir fidan da almış yanına, beraber dikmişler. Sonra annem 'Benim ağacım.' deyip durmuş ağaç için. Ben bu araziyi satın aldığımda da yanıma geldi, 'Artık bu ağaca sen bak.' dedi. Öyle işte. Bu ağaç benim ağacım oldu."
Çevik bir hareketle dallara bastı, kayalara tırmanan bir dağ keçisi gibi çok zaman geçmeden çıkmıştı.
"Şaşırtıyorsun beni, bu ne çeviklik? Lisede beden eğitimi dersinde pek iyi değildin."
Somurttu. "Hatırlatma." diye homurdandı. "Beden hocasından nefret ediyordum, berbat bir insandı."
Onun bastığı dalları hatırlamaya çalışa çalışa, ara sıra düşmekten kıl payı kurtularak ben de onun yanına çıktım. Biraz aşağıdaki bir dala oturdum daha doğrusu.
"Otele ne zaman döneceğiz?"
Omuz silkip dudaklarını "Bilmiyorum." manasında büzdü. "Bu sabah seansımız yok, ilk kişi saat on birde. Yani canımız ne zaman isterse o zaman döneriz, restoran da yoğun değildi zaten."
Sert bir rüzgar daha fazla konuşmasını engelledi, kısa oldukları için bağlayamadığı kahverengi saçları uçuştu. "Dikkat et, uçarsın filan." dediğimde "O kadar zayıf değilim, Ozan." diye cevap verdi. Sözlerime gülerken ağacın gövdesine tutunmayı da ihmal etmemişti ama.
Biraz daha oturduk, sonra montunun cebinden telefonunu çıkardı. Kilit ekranına kısa bir bakış attıktan sonra -saati kontrol ediyordu herhalde- "Daha vakit var ama burada kalırsak da iyice üşüyeceğiz." dedi. İnmeye hazırlandığını görünce ben de altımızdaki sağlam dallara baktım.
İlk önce benim inmem gerekiyordu. Çıkarken aşırı zorlanmamıştım, tırmanmak konusunda iyiydim ama iniş için aynı şeyi söyleyebileceğimi pek düşünmüyordum.
"Tamam, iniyorum ben de." diye mırıldandım. Ağacın gövdesine sıkı sıkı tutundum. Yavaş yavaş ve temkinli bir şekilde bastığım dalların yerini kurumuş ve çürümeye yüz tutmuş yapraklarla toprak aldığında derin bir nefes alıp başımı kaldırdım.
Gülerek bana bakıyordu. "Ne oldu, zorlandın sanki."
Cevap vermedim. O benden kat be kat daha hızlı bir şekilde indiğinde otele doğru yürümeye başladık. Acelemiz yoktu, adımlarımız herhangi bir sohbete elverecek kadar yavaştı ancak konuşmadık.
Biraz önce ağaçtan düşeceğiz diye korkmamıza neden olan rüzgar şimdi yavaşça esiyordu. Saçlarının kokusu burnuma doldu. Yoğun ama insanı rahatsız etmeyen, tatlı bir kokuydu bu. Yanakları hala kızarıktı. Estetik doktorlarının belki de onlarca kusur bulabileceği ama bana göre doğallığıyla güzel küçük burnu da kızarmıştı.
Güzelliğiyle pek dikkat çekecek biri değildi ama bir insan iyi biri olduktan sonra güzelliğin sadece ilk başta etkili olduğunu bilecek yaştaydım. Tanıdıkça görünüşle ilgili tüm düşünceleriniz siliniyordu. İyice zaman geçtiğindeyse o kişiyi sevdiyseniz çok güzel veya yakışıklı biri oluyordu gözünüzde, sevmediyseniz de dünyanın en çirkin insanı.
Ona baktığımı fark edince başını kaldırdı. "Bir şey mi oldu?"
"Olmadı, dalmışım sadece."
"Anladım." dercesine gülümseyip gözlerini yine yere dikti.
Bu arada...
Yalan söylediğimi ikimiz de biliyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Klinik Köy | Texting
Historia Corta(Tamamlandı.) KLİNİK KÖY'E ELEMAN ARANIYOR! Yüksek maaş verilecek. Yatılı kalmanın yanı sıra tüm yemek bedelleri de karşılanacak. Aranan özellikler: 1. Herhangi bir üniversitenin psikoloji bölümünden iyi bir ortalamayla mezun olmak 2. Bir şeyleri ta...