14.BÖLÜM

52 38 0
                                    


İyice içimize sızmıştı artık. Oğullarımı hastaneden almıştı, Nefes'imin annesini biliyordu, Nefes'i biliyordu. İyi de nasıl? Nasıl Ayşegül Hanım'ı biliyor olabilir bu adam? Babamla işi ne olabilir? Hangi intikamın sonuçlarını yaşıyorduk biz, hangi intikama kurban gitmiştik?

Ne hissetmeliyim bilmiyordum. Ağlamalı mıyım, öfkeyle kalkıp o adamı bulmalı mıyım bilmiyordum; Nefes'e her şeyi söylemeli miyim onu bile bilmiyordum ben. Araftayım; bir çıkmaza girdim, ölüyorum...

Mektubu ardı ardına kaç kez okudum bilmiyorum ama artık yazan satırlardaki her bir sözcük beynimde yankılanıyor. Gözümden akan yaşlar teker teker yanaklarımdan süzülüyor ama ben kılımı bile kıpırdatamıyorum. Gözlerim bir noktada sabitleniyor, kulaklarım oğullarımın ağlama sesleriyle doluyor.

"Oğlum..." Gözlerimi boşluktan çekip Nefes'e kaydırdığımda olmaması gereken şeyi gördüm. Nefes kucağımdaki mektubu elinde tutuyordu. Nasıl, ne zaman aldı bilmiyorum ama biliyordu, her şeyi öğrenmişti. "Oğlum..."

"Nefes..." Dudaklarımızdan çıkarabildiğimiz sözcükler sadece iki heceydi, dahası yoktu. Böyle bir durumdayken nasıl konuşabilirdik ki?

"Ta-Tahir o-oğlum..." Bir şeyler söylemeye çalışmak bile bu denli zorken nasıl cümle kurulabilirdi ki? "Oğlum nerede?"

"Nefes..." Ne demeliydim ki ona ya da ne dememeliydim? Ne önemi vardı ki artık ondan her şeyi gizlemenin?

"Tahir, oğlum nerede?" Tüm gücüyle bağırdığında bir şeyleri kavrayabildim sonunda. Acıyla kavrulmuş gözlerimi yere eğdiğimde Nefes'in bana ıslak gözlerle baktığını biliyordum.

"Nefes..." Adını söylemek bile bu sefer ızdırap doluydu. "Kaçırıldılar."

"Ne?" Biraz öncekinin aksine gayet kısık çıkmıştı sesi. "Ne demek bu Tahir, nasıl kaçırıldılar?"

"B-bilmiyorum."

"Nasıl bilmiyorum, şaka mı bu?" Gülerek sorduğu bu soru sinirlerini bozmuş olmalıydı. Ona her şeyi doğruca söylemekten başka şansım yoktu. "Tahir, oğullarım nerede?"

"Nefes, lütfen sakin ol. Sana her şeyi anlatacağım." Böyle bir şey, yaralı bir kadına nasıl anlatılırdı ki? Zaten yaralı olan kadının yaraları kanamaz mıydı?

"Anlat." Boğuk bir sesle söylediği tek kelime boğazımın düğümlenmesine yetmişti.

"Kim olduğunu bilmiyorum, hastaneden kaçırmışlar oğullarımızı. Beni özel numaradan aradı, sonra da bu kutuyu gönderdiler. Başka bir şey bilmiyorum Nefes. Sana yemin ederim ki bilmiyorum."

"Kutu mu?" Kaşlarını çatmış, elimdeki kutuya bakarken gözlerinin dolduğunu gördüm. Bu kutudan ona da gelmişti ve bu durumlara düşmesine sebebiyet vermişti.

"Ben bu kutuyu biliyorum." Elbette biliyordu, onun hayatını karartan kutuydu bu.

"O gün sana gelen kutu bu..."

"Tahir, bu kutu bana..." Sözlerimi kesip cümleye başlaması ve cümleyi yarım bırakması birdi. Neler oluyordu? "Bu kutu bana sadece o gün gelmedi."

Tek nefeste söylediği bu cümle benim nefesimi kesmeye yetmişti. Bu kutu ve içindeki tehditlerden Nefes'e bir kez değil, çoğu kez gelmişti ve bana söylememişti. Ben ona anlattığımda o sessiz kalmıştı.

"Ne?" Dudaklarımdan sadece bu soru çıktığında gözlerindeki yaşlar kurumuştu.

"İlk kutu dört ay önce geldi Tahir." Şaşkınlığım katlanarak artıyordu. "İçinde birkaç tane defter vardı, annemin günlükleri. Onları okumam gerektiği yazıyordu. Üç ay boyuca bir daha kutu gelmedi. Ama sonra kutular sürekli geldi. İlkinde bir mektup vardı ve mezarlığa gitmem gerektiği yazıyordu. Gittim, annemin mezar taşlarının arasında bir kutu vardı. İçinde de mektup ve bir kolye, mektupta bu kolyeyi babama vermem gerektiği yazıyordu. Babama verdim ve gittim. Beklemeye başladığımda ardından diğer kutu geldi. İçinde yıllar önce dedemin kaybolan saati ve yine bir mektup vardı. Mektupta bu saatin yerini babamdan öğrenip oraya gitmem gerektiği yazıyordu. Yine gittim, orada da bana gönderilen başka bir kutu vardı. Kutuyu aldım, içinde tabanca vardı. Başka kutuda iki mektup vardı. Birisi yıllar önce annemin bana yazdığı veda mektubuydu, diğeriyse o adamın yazdığı... O mektupta gelecek son kutudan sonra başka bir kutu ya da mektup gelmeyeceği, her şeyin o kutudan sonra ortaya çıkacağı yazıyordu. Yine bekledim ve yine ama bu sefer son kutu geldi. O gün, havuzun başında kutuyu açtığımda annemin kanlı gelinliğini gördüm. Sanki ben o anları tekrar yaşadım Tahir. O anlar, tabancanın sesi, annemin çığlıkları kulaklarımda uğuldadı; annemin kanlarla kaplı gelinliği ve yere düşüşü gözlerimin önüne tekrardan geldi. Evden koşarak çıkışım ve anneme yalvarmam hafızamda tekrardan canlandı." Nefes sustuğunda o ağlıyordu, geçmişte yaşadığı acılarla tekrar boğuştuğu için ağlıyordu; ben ağlıyordum, onu acılarla bir başıma bıraktığım için, bana bir şey söylemediği için ağlıyordum.

Son SessizlikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin