1 Hafta Sonra...
Her şeyin üstünden tam bir hafta geçmişti ama hiçbir şeyin acısı geçmemişti. İlk günkü gibi taptaze duruyordu kalbimin orta yerinde. Geçer miydi? Sanmıyorum…Mustafa Amca’nın ihaneti… Tahir’in ihaneti… Halamın ihaneti… Akrep’in ihaneti…
Bütün ihanetler üst üsteydi ve birbiriyle de bağlantılıydı. Canının yanması gereken kimse yanmıyordu ama yanmaması gereken canlar yanıyordu. Bu dünyanın masumlara mıydı cefası, zalimlere miydi sefası?
Bir hafta önce Meryem’in sorusuyla yerle bir olmuştum. Sorusunun haklılık payı oldukça büyüktü ve bunu kabullenmem zaman almıştı. Tahir’i bu durumda düşünemiyordum. Bir dayısının olduğunu katil damgası yemiş biriyle öğrenecekti. Ve bu katil oydu, dayısı.
Kaldırabilir miydi, yoksa her şey gibi onu da mı kendi suçu olarak görürdü? Bilmiyorum… Ben on yıllık kocamı son olaylardan sonra nedense tanıyamaz olmuştum. Oysa bir zamanlar en çok tanıdığım insandı o…
Yarın mahkeme vardı ve içimdeki sıkıntı her geçen saatte büyüyordu. Mutlu giden evliliğim bir anda ihanete uğramış ve hüsranla sonuçlanmıştı. Hiç tahmin etmezdim aslında böyle olmasını. Ama hayat karşımıza sürekli istemediğimiz şeyleri çıkarmakta ustaydı işte.
Ortada bir bebek olmasa belki de inanırdım Tahir’e. Yapmadım deseydi bile inanırdım ona. Çünkü onu canım pahasına severken bu şekilde ayrılmak çok koyuyordu kalbime. Böyle olmamalıydı, ama olmuştu. Olmaması gereken tek şey olmuştu.
Komodinin üstündeki telefonun çalmasıyla uyandım derin uykumdan. Bir hafta boyunca sürekli aynı senaryolar dönüp duruyordu kafamda. Artık değişiklik istiyordum. Artık acıların beni terk etmesini istiyordum.
Yavaşça yataktan kalkıp banyoya doğru ilerledim. İşlerimi hallettikten sonra aynanın karşısına geçip solgun yüzüme baktım. Bir haftada çökmüştüm gerçekten. Her gece ağlamaktan kızarmış ve şişmiş gözlerimin altında morumsu halkalar oluşmuştu. Bedenim sadece bir haftada iyice zayıflamıştı. Bendeki bu değişimi herkes fark ediyordu fakat kimse yaralarımı saramıyordu. Zira onlar sarılamayacak yaralarımdı. Tek bir kişi sarabilirdi ancak, o da benden çok uzaktaydı artık.
Yine yavaşça banyodan çıkıp üstümü değiştirdim. Solgun yüzümü biraz canlandırmak adına yaptığım makyaj istediğimi vermişti. Yüzüme yerleştirdiğim sahte tebessümümle odadan çıkıp çocuklarımın odasına gittim. İkizlerim beşiklerinde uyuyorlardı, diğerleri ise çoktan uyanmışlardı. İkizlerimi kucağıma alıp yatağa oturdum ve emzirmeye başladım ikisini de. Onlar karınlarını doyurduklarında kucağımda aşağıya indim. Salondan gelen gülüşme seslerine doğru gittiğimde oğullarım uyanmış etrafa gülücüklerini saçıyorlardı.
“Günaydın herkese.” diyip içeriye girdiğimde masanın etrafında olan çocuklarım, Onur ve Işıl Abla bana doğru dönüp gülümsediler.
“Günaydın Nefes.” Işıl Abla’nın gülümsemesi moralimi biraz olsun düzeltmişti. İkizlerimden birini kucağına alıp masaya geri döndüğünde ben de yanına oturup kahvaltımı yapmaya başladım.
Birkaç bir şeyin ardından biten kısa süreli kahvaltımdan sonra çocuklarım ve Işıl Abla’yla birlikte Meryem’in evine gittik. Bugün Selim’le beraber moralimiz düzelsin diye bahçelerinde mangal partisi veriyorlardı. Pek gitme taraftarı olmasan da bir şekilde ikna olmuştum.
Arabayı durdurduğumda çocuklar koşarak içeriye giderken ben de ikizlerimi bindirdim bebek arabasına. Işıl Abla ile içeriye girerken kapıdan çıkan Meryem neşe saçıyordu etrafına. Gülerek yanımıza geldiğinde sırayla sarıldı ikimize de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Sessizlik
RomanceDenizleri aşmışız ama derede boğulmuş gibiydi hikayemiz. Tam her şey bitti derken başka bir şey vuku buluyordu hayatımızda. Kurtulmak istiyorduk tüm belalardan ama hayat peşimizi bırakmıyordu bir türlü. Biz birbirimize çok yakın ama bir o kadar da...