Gözlerimi kızımın minik parmaklarını yüzümde gezindirmesiyle açtım. Ne hoş bir histi bebeklerimin varlıkları, ne hoş bir şeydi anne olmak…
“Meleğim.” Özde’nin minik parmaklarını dudaklarıma götürüp her birini defalarca öptüm.
“Anne uyandı, yuppi!” Kollarını yukarı kaldırmasıyla yatakta doğrulup zıplaması bir olurken odada kahkaha sesim yankılandı. Yavaşça doğrulup kızımın beline atılarak onu kendime çektim ve gıdıklamaya başladım.“Anne, yapma!” Kahkahasının arasından seçebildiğim kadarıyla durmamı istiyordu ama ben duracak gibi değildim. Onunla oynamak tüm dertlerimi bitiriyordu. Ne kadar negatif düşüncem varsa hepsi uçup gidiyordu benden.
Katıla katıla güldüğünde biraz nefes alması için durdum. Kızım durmama rağmen kahkaha atarken diğer odadan çocuklarım geldi ve neye güldüğümüzü şaşkın gözlerle izlemeye başladılar. Özde hala kendinden geçmiş bir şekilde gülüyordu, onun gülmesine ben de güldüğümde diğerleri de yatağa gelerek gülmeye başladık. Aslında ne güzel şeydi gülmek!
“Anne denize ne zaman gireceğiz?” Masal’ın sorusuna gülümseyip elimi saçlarının arasına daldırdım.
“Kahvaltımızı yapalım sonra gireriz kızım, tamam mı?”
Kızım başını hevesle olumlu anlamda sallarken ona gülümsedim. Şu sıralar hiç gülmediğim kadar çok gülüyordum ama içimdeki yangın hala olduğu yerde, kalbimde, varlığını sürdürüyordu.
Kısa sürede odayı toparlayıp kahvaltı yapmak için restorana indik. Hepimiz de yiyeceğimiz şeylerden alıp masaya geçip kahvaltımızı yapmaya başladık. Çocuklar bir an önce denize girmek için hızlı hızlı yemeklerini yerlerken ben onlara nazaran daha az yiyordum. Canım hiçbir şey istemediği halde kendimi zorluyordum.
Tabağıma aldığım yiyeceklerin üçte birini bile yiyemeden arkama yaslanıp çocuklarımı izlemeye koyuldum. Ne güzel şeydi çocuk olmak. Her şeyden habersiz, mutlu, huzurlu ve eğlenceli bir dünyaları vardı. Dertleri tasaları yoktu. Onlar çok şanslıydılar, her şeyde çok şanslıydılar…
Kendimi düşündüm sonra, ben onların yaşındayken böyle mutlu değildim. Annem yoktu yanımda; onu o gece, karanlığa hapsettiğim gece kaybetmiştim ve onunla beraber mutluluğum da gitmişti elimden. Her şeyimi çalmıştı hayat benden, sadece acı ve gözyaşları bırakmıştı. Oysa ben küçücük bir çocuktum. Acının ne demek olduğunu bile yaşayarak anlamıştım…
Çok acıydı, yaşadığım her şey o kadar çok acıydı ki hemde… Bazen kendi kendime bu hayata nasıl katlandığımı bile sorarken buluyorum kendimi. Sonra o gelirdi hep aklıma: Tahir. Gelirdi diyorum çünkü düne kadardı o, bizi bırakıp gidene kadar… Canım öyle çok acımıştı ki o gidince, hala izlerini taşırken onu affedebilir miydim? Sanmıyorum…
“Anne, daldın yine.” Umut’un gözümün önünde elini sallamasıyla daldığım düşüncelerimden sıyrıldım. Çocuklarıma baktığımda hepsinin de tabakları boşalmıştı.
“Yediniz mi bakalım yemeklerinizi?” Gülümsemeye çalışarak sorduğum bu soru hatırladıklarımla epey zorlaşmıştı.
“Yedik anne, artık denize gidebilir miyiz?”
“Tabi Alminacığım, gidebiliriz. Ama önce bir şey yapmalıyız.” Kızımın çenesini avucumun içine alıp okşadım.
“Neymiş o?”
“Mayo almak!” Buraya gelmek planlarım dahilinde olmadığı için aklıma mayo almak gelmemişti. Çocuklar yüzlerinde tebessümleriyle bana bakarlarken yavaşça masadan kalkıp en küçüklerin ellerinden tutarak odaya çıktık yeniden. Oğullarımı burada bırakamazdım. Allah’tan her zaman arabamda bebek arabasını taşıdığımdan onları da yanımda götürebilecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Sessizlik
RomanceDenizleri aşmışız ama derede boğulmuş gibiydi hikayemiz. Tam her şey bitti derken başka bir şey vuku buluyordu hayatımızda. Kurtulmak istiyorduk tüm belalardan ama hayat peşimizi bırakmıyordu bir türlü. Biz birbirimize çok yakın ama bir o kadar da...