Bebeğimiz… Benden, karısından olmayan; bambaşka bir kadından olan bir bebek… Tahir ve onun, Ela’nın, bebeği…Her şey bu kadar basit miydi? Her şey bir ihanete sığar mıydı? Kurulan onca hayal, vaat edilen onca söz, konuşulan onca kelime, söylenen onca yalan tek bir ihanete kurban olur muydu?
Olurmuş… Sevdiğin bir adamın ihanetini öğrenmekle her şey biter, her şey tükenirmiş. İnsan bile tükenirmiş hatta. Çünkü ben tükendim, çünkü ben aşkımı yitirdim, çünkü ben bittim…
Bu saatten sonra yaşanır mı ki bu koca yalan dünyada? Bana yer var mı ki hayatta? Yok, olamaz ki… En güvendiğinin ihanetine uğramış bir insan güvenebilir mi ki başkasına? Güvenemez ki, nasıl güvensin?
Bütün gemiler yakıldı, bütün sözcükler anlamını yitirdi şu saatten sonra. Alınan tüm nefesler yaşatmaz artık insanı, keza ölümden beter eder. Çünkü bitmiştir artık hayat, anlamsızlaşmıştır artık yaşamak…
Hala inanamıyordum. Bu yaşanılanlara, bu yazılanlara hala inanmak istemiyordum. Sadakatinden emin olduğum tek insandı benim için Tahir. En sevdiğim, en güvendiğimdi. Sonuç? Koca bir hiç...
Çocuklarımın babası, on yıllık kocamdı beni aldatan. Bana tecavüz eden, birlikte bir ömür yaşamak için peşimden koşandı o. Ne olmuştu, neden bu hale gelmiştik? Daha sabah aynı yatakta tek bedendik biz, şimdi ise iki yabancı. Hak etmiş miydik bunu yaşamayı, reva mıydı bize ihanet?
Yer yarılsa da içine girsem diye düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi. Ama ne yer yarılıyordu ne de ben içine girebiliyordum. Zaman durmuştu sanki, dünya dönmüyordu artık, kuşlar ötmüyor, kelebekler uçmuyordu. Ağaçlar bile oksijen üretmiyordu. Her şey durmuş, bitmişti benim için. Zira ben ihanetin en ağırını yaşıyordum şimdi.
Mutfakta telefon elimde öylece dururken ne yapabilirdim ki? Kendimi yiyip bitirmekten başka ne gelebilirdi ki elimden? Ama yok, kendimi harcayamazdım. Bana ihanet eden biri için kendimi bitiremezdim. Benim düşünmem gereken onca insan vardı: Hürrem, Umut, Masal, Almina, Özde, Ulaş, Uraz, Işıl Abla, Onur Polat… Onların bana ihtiyacı vardı, hepsinin de hem de…
Sonra annem… Onun katili daha ortaya çıkmamıştı. Ya babam, dedem… Onların vasiyetlerini yerine getirmemiştim ki… Ne demişti dedem? Yastığın altındaki mektup… Babamın mektubu… Hapishanede, en zor günlerinde yazdığı, bana ölmediği müddetçe iletilemeyecek mektup… Ama ölmüştü değil mi? Artık yoktu yanımda. Sığınacağım hiçbir limanım kalmamıştı artık. Yapayalnızdım hayatta, her zaman olduğu gibi…
Belki de öncelikle annemin katiline ulaşmalıydım. Tahir’den boşanmalı, çocuklarımla yeni bir hayat kurmalıydım. Tek başıma… Kimsenin olmadığı, sadece çocuklarım ve benim olduğum masum bir dünya… Belki şehir ya da belki ülke bile değiştirmeliydim. Burası bana iyi gelmiyordu zira. Biliyordum, çocuklarıma da iyi gelmeyecekti.
Güçlüydüm… Kararlıydım… Bana yapılan ihanetlerin bedeli ağır olacaktı, bensizliği tadarak. Ama zaten bana ihanet edilmişse bunu göze almış olmalıydı değil mi? Çünkü aptal değildim. Benden başka bir kadınla olan adamla işim yoktu benim. Bunu öğrenmediyse şimdiye kadar, bundan sonra öğrenecekti.
Elimdeki telefonu tiksinerek tezgaha bıraktım. Hızlıca masanın üstündeki telefonumu alarak mutfaktan çıktım. Ağlamak istiyordum ama istemiyordum da. Eğer ağlarsam hiçbir şey yapamazdım. Bu yüzden ağlamayacaktım. En azından şimdilik…
Hızlıca kaldığım odaya gittim. Bundan aylar önce Tahir’in açtığı boşanma davası kağıdını saklıyordum. Koyduğum çekmeceden hızlıca kağıdı alıp yanındaki kalemle ismimin üstünü imzaladım. Yan tarafa baktığımda Tahir zaten imzalamıştı. İstemsizce gülümsememe engel olamadım. Yüzümdeki buruk tebessümle telefonumu alıp avukatımı aradım. Gerekli talimatları aldıktan sonra kağıdı da yanıma alarak evden çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Sessizlik
RomanceDenizleri aşmışız ama derede boğulmuş gibiydi hikayemiz. Tam her şey bitti derken başka bir şey vuku buluyordu hayatımızda. Kurtulmak istiyorduk tüm belalardan ama hayat peşimizi bırakmıyordu bir türlü. Biz birbirimize çok yakın ama bir o kadar da...