Tahir’in Anlatımıyla…
Gidemedim… Gidemezdim… Onları bu kadar çok severken bırakamazdım… Bu ayrılığa ne onlar dayanabilirdi ne de ben dayanırdım…
Gitmek öyle basit bir eylemmiş gibi gelir insana ama aslında hiç öyle değil. Sevdiğinden gitmek, ailenden gitmek o kadar zordur ki kalp dayanmaz. Ben de gidemedim bu yüzden. Her ne kadar bütün olanlar için kendimi suçlasam da, onların yüzüne bakamayacak olsam da gidemedim, gidemezdim çünkü…
Uçağa binmek üzereyken çalan telefonumdu beni durduran. Işıl Abla’nın telaşlı sesi ve Nefes’imin çocuklarımı ona bırakıp telaşla bir yere gitmesiydi beni geri döndüren. Telefonumu kapattığımda ekranda beliren gözleriydi beni gitmekten vazgeçiren. Yeşil, yemyeşil gözleri…
Havaalanından çıkıp hızlıca evin yolunu tuttuğumda içime büyük bir boşluk dolmuştu. Virajları büyük bir hızla dönerken ne canımdan olmaktan korkmuştum ne de başka bir şeyden. Canımı emanet ettiğim insan tehlikede olabilirdi, benim canımın ne gibi bir önemi vardı ki?
Sonunda eve geldiğimde arabayı nasıl durdurduğumu bilmeden indim ve evin açık kapısından içeriye girdim. Bir şey olmuştu, hatta çok büyük bir şey olmuştu ki Nefes’im çocuklarımızı Işıl Abla’ya bırakıp evin kapısını açık bırakmıştı.
Koridor boyunca yürüdüğümde salonun girişindeki parlaklıklara ilişti gözüm. Üzerinde tahminimden de fazla lekeler vardı. Uzaktan belli değildi lekeler ama yaklaştıkça… Çok fenaydı, o an içimdeki boşluk daha da derinleşti. Uçurumun kenarındaki kız çocuğu kendini boşluğa bıraktı aniden…
Lekelerin ne olduğunu anlamamla dizlerimin üzerine düşmem bir oldu. Salonun girişinde bir şeyler kırılmıştı ve kan izleri vardı. Bunlar Nefes’imin olabilir miydi ya da çocuklarımın? Ama hayır, çocuklar Işıl Abla’da güvende olduğuna göre bu kan izleri… Nefes’in miydi yani?
“Hayır, hayır, hayır…”
Başımı ellerimin arasına alıp çıldırmışçasına başımı salladım. Olamazdı, bu izler onun olamazdı. Olmamalıydı, canını kimse yakamazdı onun. Çok acırdı çünkü canı, sığınacak bir omuz isterdi. Döktüğü gözyaşları kor birer alev olup yüreğini yakardı onun…
Ani bir hareketle dizlerimin üzerinden kalkarak evin içini dolaşmaya başladım. İlk önce giriş katı, orada bulamayınca ikinci katı, oranın da boş olduğunu gördüğümde bodrum katı, orası da boştu. Belki bir ümit bahçededir diye bahçeyi bile dolaştım ama yoktu, yoktu işte. Nereye gitmişti, yaralı haliyle nasıl gitmişti? Acaba hastaneye mi gitmişti yoksa polise mi?
Telefonumu hızlıca cebimden çıkararak emniyette olan yakın arkadaşımı aradım ama oraya bile hiç gitmemişti. Araştırılmasını istediğimde o elinden geleni yapacaktı ama onun haber vermesini bekleyemezdim. Bir şeyler yapmalıydım yoksa kafayı yiyecektim.
Işıl Abla’yı bir kez daha aradım, çocuklara belki bir şey söylemiştir umuduyla ama o umudum da kırıldı. Hiçbirisinin de haberi yoktu annelerinden. Bir kez daha kendime lanetler yağdırarak salona ilerledim yeniden. Daha önce görmediğim siyah bir kutu vardı kenarda. Ben bunu biraz önce nasıl görmemiştim?
Kutuyu elime aldığımda içinde birine ait eşyalar vardı, yanında da beyaz bir kağıt. Mektuba benzeyen kağıdı elime alıp içinde yazanları okudum tane tane.“Fırat ve Hazar için üzgünüm Tahir ama böyle olması gerekiyordu.Sen sakın üzülme, çünkü onlar gittikleri yerden eminim daha mutludurlar. Ne de olsa sevdiklerine kavuştular öyle değil mi? Sen ve güzeller güzeli karın sakın üzülmeyin ve rahat olun artık sizinle işim kalmadı. Bu sizi son rahatsız edişim. Ama belki merak edersin diye sana annenin birkaç eşyasından gönderdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Sessizlik
RomanceDenizleri aşmışız ama derede boğulmuş gibiydi hikayemiz. Tam her şey bitti derken başka bir şey vuku buluyordu hayatımızda. Kurtulmak istiyorduk tüm belalardan ama hayat peşimizi bırakmıyordu bir türlü. Biz birbirimize çok yakın ama bir o kadar da...