🗝️
Merhaba,
Sizi on dördüncü bölüm ile baş başa bırakayım, keyifli okumalar!
14. KIRMIZI KUMAŞ
Festivale gitmemiz için beni bekliyorlardı ama ben Şehrazat peşimden odama çıkıp çarpık kesilen saçlarımı düzelttikten sonra üzerimi değiştirip aşağıya abimin mezarına inmiştim. Artık saçlarım kulaklarımın biraz aşağısında duruyordu ve düzeltmek için ıslattığından mezarın başında dikildiğim sürede esen rüzgarla kuruyup buklelerini yüzüme çarpıyor.
Odaya çıkıp Kıvanç'ın ceketini dolabın askılıklarından birine geçirmeye yeltendiğimde sımsıkı tuttuğum yumruğumun içerisindeki kırmızı kumaşa ilişti gözlerim. Orada olduğunu bile bilmiyordum, babam elbiseyi keserken sıkı sıkı tuttuğum için elimde kalmış olmalıydı ve onu görmek uzun süren bir ağlama krizinin bedenimi ele geçirmesine izin verdi.
Şimdi çardakların gerisinde kalan ve malikanenin toprakları içerisinde bulunan aile mezarlığımız içerisinde dikiliyorum. Koca meşenin altında babaannem ve dedemin mezarlarının hemen yanında bir de abimin mezarı bulunuyor, beş yaşında bir çocuk mezarı...
Avucumda tuttuğum kırmızı kumaş rüzgarın etkisiyle elimde bir bayrak gibi sallanıyor bıraksam ve uçup gitse bir yerlerde yaşayacak gibi. Hayır, onu bırakmamam gerektiğini biliyorum, öldürmeliyim ki bir yerlerde yaşamaya devam etmemeli. Diğer tüm parçalarım gibi vazgeçilip, karanlığım içerisinde unutulup gidilmeli.
Sağ dizimin üzerine çökecek şekilde eğildim ve nemli torak altımdaki siyah taytı ıslatıp çember şeklinde yayıldı. Elimi mezar taşına yakın yerdeki toprağın üzerine getirip parmaklarımı kepçe gibi kullanarak birbirine sımsıkı şekilde yumrulanmış toprağı kazmaya başladım. İlk başta tırnak aralarıma dolan ve elime bulaşan toprak yapışkan bir hissiyat bıraksa da zamanla bu his ortadan kayboldu ve rahatlıkla kazmaya kaldığım yerden devam ettim.
Toprağın içerisinde dolanan solucanları yok sayarak derinliğinden emin olduktan sonra kırmızı kumaşı toprağın içerisine yerleştirdim ve üzerini dikkatle örttüm. Delik tamamen kapanınca üzerindeki toprağa avucumun içini vurarak düzleştirdim.
Ayak seslerini duyunca omzumun üzerinden geriye doğru baktım ve hasta bakıcının koluna girip yanıma doğru yürüyen annemi gördüm. Kızıllık düşmüş kahverengi saçları neredeyse beline değiyor ve ipek gibi, dümdüz, sağlıklı duruyor. Ölü bir insanı andıran bakışlarından eskiden çok korkardım ama gözlerin ruhu yansıttığını anladığımdan beri o kadar korkutucu gelmemeye başladı.
Annem abimi mezara koyduğunda yanına da kendi ruhunu bırakmıştı. Doğurduğu sadece abim değildi ama abim sadece kendi çocuğuydu.
Hizmetliden gitmesini istediğimde annemi kolundan dikkatlice çıkarıp bana doğru geleceği şekilde yavaşça itti. Annem dizlerinin birkaç parmak altında biten elbisesi ve üzerinden çıkarmadığı dantelli sabahlığıyla bana doğru yavaş adımlarla gelirken bir rüyadan fırlamış gibi görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TAN VAKTİ
Action"Uyarı değil ceza bilirdim ve sevgiden önce nefreti öğrenmiştim." Bir nefes bir can demekti. Canın üflenmesi ya da terk etmesiydi. Günah ağır bir bedele gebeydi. Âdem işlediği günahın esiri, geçmişin eliydi. Her insan bir amaç uğruna gelir dünyaya...