Merhaba,
Umarım iyisinizdir.
Yeni kapağımızı beğendiniz mi? Şu an 'eveeeettt!' dediğinizi hayal ediyorum. Umarım öyledir...
Lütfen bolca oy verip yorum bırakmayı unutmayalım, yorumları okumak benim için çok değerli.
🗝️
32. OCCAMIN USTURASI
Çardağın hemen girişinde masanın kırık bacağının önünde ağırlığımı çardağın kirişine vermiş duruyordum. Kıstığım gözlerim ağaçların arasından çıkagelen güneşi kesebilmek için kısılmıştı, gözlerimi çevreleyen kaz ayaklarının ne denli belirginleştiğini tahmin edebiliyordum, otuzlarıma merdiven dayadığımda yüzümün alacağı şekli merak etmiyor değildim.
Okan bizi kasabanın çıkışında yer alan üç katlı, ahşap bir çiftlik evine getirmişti. Evin çatı katında büyük delikler vardı ve bahar yağmurunu olduğu gibi evin içerisine akıtıyordu. Tahta döşemeler ıslanmış, yer yer kırılmış ve oldukça ses çıkaran birer tuzağa dönmüştü. Bu yüzden Erdinç evi sağlamlaştırmadan kimsenin üst katlarda kalmasına izin yoktu, ilk iş çatıyı onarmaktı ve arkamda öylece duran bacağı kırık masanın hikayesi buraya dayanıyordu.
Erdinç getirdiği tahtaları çatıya yama yapabilmek için kesip biçtiği sırada ağırlığı abartması yüzünden masanın bacaklarından bir tanesi daha fazla dayanamayarak olduğu yere devrilmişti, şimdiyse ağırlığı eşit olarak dağıtması için koyulan iri bir sopadan destek alıyordu.
Bakışlarım tadilatın sonlarına doğru çıkagelen köylülerin üzerindeydi, köyün muhtarı ve sözü geçen güçlü kimselerden sayılabilecek iki adam, bir de ellilerine birkaç yılı kalmış kızıl saçlı bir kadın vardı.
Kadının Okan'ın eline üstü örtülü bir şey verdiğini görmüştüm, sanırım yaptığı kek ya da türevi bir şeydi. Şimdi ise derin ve bol bol sahte kahkahaların atıldığı bir konuşma gerçekleştiriyorlardı, kadın bir anlığına elini Okan'ın koluna yerleştirip yavaşça bileğine dek okşamıştı. Onun bu yakınlığı içimde hiçbir tehdit hissi oluşturmasa da daha büyük bir sorunun varlığını anlamama yardımcı olmuştu. Okan'a daha dokunamamıştım bile.
Bu düşünce içimi kemirmeye devam ederken yavaşça durduğum noktadan ayrılarak Erdinç'in içeri taşınması için hazırladığı kutuların yanına gittim ve elime bir tanesini alıp çardaktan yavaşça çıktım.
Erdinç hareketlendiğimi görünce yavaşça yanıma geldi ve arkasındaki kalabalığın bakışlarını üzerime çevirdi. Okan'la konuşmalarını devam ettirseler de dikkatleri bizim üzerimizdeydi.
Erdinç işaret diliyle elimdeki kutuyu ahıra bırakmamı söylese de dudaklarından dökülen tamamen farklıydı. "Bizi festivale davet etmek için gelmişler, görünen o ki katılmamızı meraklarını dizginleyebilmek için istiyorlar." Ardından kutunun içerisindekilere bakıyormuş gibi yapmaya başladı. "Okan senin planına sadık kaldı, sanırım bizi mutfağa verecekler. Oradan kaçması kolay olur değil mi?"
Başımı yavaşça öne doğru eğdim ve kutuyu düzeltip sessizliğime gömülerek stüdyoya doğru yürümeye başladım. Bahçenin diğer ucunda, giriş yolunun hemen arka tarafında büyük ve oldukça geniş –eskiden bir dönem arka tarafı ağır olarak kullanılmış- marangozluk stüdyosu vardı. İçerisi çeşit çeşit el yapımı ürünlerle doluydu, bebek beşiğinden ev eşyalarına farklı alanlarda kullanılabilecek ceviz ağacından yapılma ürünler vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TAN VAKTİ
Action"Uyarı değil ceza bilirdim ve sevgiden önce nefreti öğrenmiştim." Bir nefes bir can demekti. Canın üflenmesi ya da terk etmesiydi. Günah ağır bir bedele gebeydi. Âdem işlediği günahın esiri, geçmişin eliydi. Her insan bir amaç uğruna gelir dünyaya...