35. BÖLÜM: BİR SARHOŞUN DOĞRULARI

1.9K 91 14
                                    

Merhaba, nasılsınız?

Umarım iyisinizdir, ben değilim :)

Hayatımın öyle zor bir kısmında buldum ki kendimi bir adım sonrasını göremiyorum bile, bir sürü ihtimal arasında sıkışıp kaldım ve sadece bir tanesi beni mutlu edebilecek bir yol.

Sadece bir tanesi...

Her neyse,

Keyifli okumalar.

Lütfen 20 oy ve 50 yorum yapalım bölümü olur mu?

35. BİR SARHOŞUN DOĞRULARI


Saniyeler saatlere bedel hissettiriyordu, zaman kendi içinde kırılıp yüzlerce parçaya dek ölünmüştü ve ihtimallerin keskinliği arasında kalan benliğin geleceğe uzanan köprünün bir sonraki basamağını yerine oturtmaya çalışıyordum.

Burnumda baharın kokusu vardı ama neden öyle hissetmiyordum? Yüreğimde derin bir özlem ve geçmişe duyulan hasret vardı, evet, benim hayatımda bile insan geçmişe bakıp iç çekebiliyordu.

Kenan'ı özlemiştim, Zülfikar'ı, her an yanımda olmalarını ve onlar varken dönüp arkama bile bakmaya ihtiyaç duymamayı özlemiştim. Masanın başıma açtığı onca dert arasında boğazın serin, karanlık ve derin suyunu gören çardağa oturup sakince konuşmanın değerini bilmediğimi düşüneceğim hiç aklıma gelmezdi.

Yağmur usul usul yağarken çardağın üstündeki muşamba ıslanır ve mermilerin kovandan ayrılırken çıkardığı sesi kulaklarıma anımsatarak toprağa düşerdi. En kötü hayatta, en kötü dünyada, en kötü ihtimallerin olduğu ve içerisinde acıdan başka hiçbir şey bulunmayan hayatımda bile özlenebilen noktalar vardı. Hayat ne garipti, birkaç ay önce Okan ellerimi tutup seni buralardan götürüyorum artık ne sen Melsa'nın ne ben Okan dese bir saniye bile düşünmeden peşine takılıp giderdim. Hatta içten içe bunun hayalini kurduğum geceler bile olmuştu, kendimden bile gizlediğim kirli hayaller. Şimdiyse Okan'ın beni istediği ve reddettiği yerde dikilmiş geçmişle aramdaki o kırık ve yarısı eksik köprünün gidişatına bakıyordum.

Gelecek ellerimizin arasındaydı, şekilleniyordu, tam istediğimiz gibi olmasa da müdahale edebiliyorduk fakat geçmiş orada öylece duruyordu, aynı hataların, aynı acıların eşiğinde dokunulmazlığını ilan ederek peşimizi bir an olsun bırakmıyordu.

Okan'ın beni istediği ve istemediği o yerde, sanırım burası bir çeşit araftı, bekliyordum. Verdiğim sözü tutmak için, önümde duran köprüden karşıya geçebilmek için. Oysa köprünün altından ne sular geçmişti değil mi?

Bahar yağmurunun asılı kaldığı camdan dışarıya bakıyordum, dışarısı neredeyse zifiri karanlıktı ve bahçe aydınlatması verandanın sadece birkaç metre ilerisine kadar ulaşabiliyordu. Fakat bahçenin girişinde yolun başladığı noktada birkaç gölgeyi seçebiliyordum, eğer göz yanılması yaşamıyorsam içlerinden birkaç kişinin elinde fener de vardı fakat fenerleri güçlü değildi, hayır tam tersi etrafı net bir şekilde aydınlatmada sınıfta kalıyordu.

Öfkeyle tekrar bağırdım, "Sen ne yaptın?"

Dragoslav beni omuzlarımdan tutup kendine çevirdi, gözlerinde nefretin o boğuk sisi fırtınalar eşliğinde esip gürlüyordu. "Evden ayrılma Melsa." Dedi nefesi kesik kesik yükseldiği sırada. "Sakın evden ayrılayım deme, ben buradayken sana kimse dokunmaz. Okan bu işi halleder..." Merdivenleri çıkan ayak sesleri odanın içerisinde net bir şekilde duyulmaya başlanmıştı, onları daha önce fark etmememin nedeninin çiftlik evini döven eski ağaç dallarının çıkardığı uğultu olduğunu anladım. Dragoslav benden önce sesleri ayırt edebilmişe benziyordu, belki hiç karıştırmamıştı bile. "Sen sakın evden ayrılma, beni duydun mu? Sakın..."

TAN VAKTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin