XXXII - FİNAL - SON DEĞİL BAŞLANGIÇ

1.3K 81 17
                                    

Bu bir final bölümüdür.

05.10.2018 de ilk bölümü atmıştım. Belli aksaklıklar yüzünden silmiştim. Şimdi yeniden başlamış ve sonunda ara verdiğim kitabın finalini paylaştım.

Kitabın pek okuru yok maalesef. Bu beni üzüyor, pek sevilmediğini düşünüyorum ama yine de burada kalmasını istiyorum. Belki bir gün sevilip keşfedilir kim bilir.

Lütfen son kez yorumlarınızı eksik etmeyin.

Eğer kitabı sevdiyseniz arkadaşlarınıza önermenizi isterim.

Duyurular için wattpad ve instagram profilimi takip etmeyi unutmayın, yeni kitap duyurularını bizzat yapacağım. YouTubeden de tanıtım videolarına ulaşabilirsiniz.

Diğer kurgularımla sizleri bekliyor olacağım. Özellikle Anka-ı Aşk kitabıma bakmayı unutmayın. Ben yazarken çok heyecanlanarak yazdım, sizlerin de seveceğini biliyorum.

Severek ve keyifle okumanız dileğiyle.

...

Kimse beni duymuyor. Bağırıyorum, sesim kısıldı. 'Kimse yok mu?'  Yalnızım şu karanlık odada. Ses verin hayatımı şu odaya sığdırmış cellatlar. Ses yok, kısa bir an karanlıkla yüzleşiyorum ve o sessizlik bana hiçte yabancı gelmiyor. Ayak seslerini duyuyorum ardından aşinası olduğum bir ses kulağıma ulaşıyor. İşte o ses... Hamza o, sesini duyuyorum ama kendisini göremiyorum. Açamıyorum gözümü, sanki bir bezle bağlamışlar gibi. Ses ver Hamza. İşte yine o ses:

        وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ فٖي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ

Anlamıyordum hiçbir şey. Konuş Hamza, ben Arapça bilmiyorum. Ses gelmedi ve yine aynı ayet kulaklarımda yer aldı. Delirmeme ramak kalmıştı. "Anlamıyorum seni Hamza," dedim. Sesimin duyulacağından pek emin değildim. Hamza, susmadı. Ayetler camideki sesini bana geri kazandırmış gibiydi.

Dilim damağım kurudu, nefes alamıyordum. Su içmeliydim fakat Hamza'yı duymaya daha çok ihtiyacım vardı. Hayır, bu sanrı değildi, uyumuyordum ya da gözlerimin kapalı olmasından ötürü benliğimi kaybetmemiş de değildim. Susmadı.

Sabret! Senin sabrın da Allah'ın yardımıyladır. (Nahl / 127)

Sanki kuruyan dilim damağıma kana kana suyu bahşetmiştim. Kapalı olan gözlerim kocaman bir sızıyla açıldı. Etraftaki zifir karanlık gözlerimden düşen yaşa bir yenisini ekledi. Oturduğum zemin bütün uzvuma ağrıyı bahşetmişti. Kalkmak istedim lakin yapamadım. Bağlı değildim ama bütün irademi bağlamışlar gibi hissediyordum. Yaşadığım şu ana kesik kesik görüntü sundum. O an irkilmemle beraber kendimi toparlama gereği duydum.

Kapı açıldı, karanlığa alışmış gözlerim dışarıdan gelen ışıkla kısıldı. Gözlerimi ufalayıp tepemde dikilen kişiye baktım. Babamdı bu, ama nasıl? Nasıl çıkmıştı oradan; tabii ya kaçmıştı. Hamza'daki durgunluk bu yüzdendi. Belki de... Düşündüğüm olamazdı değil mi? Peşimizdeki adamları babam yollayamazdı. Biz az daha ölüyorduk! Öfkeyle kalkarak tam dibinde durdum. Babamdaki bu cesaret ona olan bütün bağlılığımı kesip atıyordu.

"Ne yapmaya çalışıyorsun sen?" Babamdaki ciddiyet bütün öfkemi ona kusmamı sağladı. "Nasıl bu kadar iğrençleşebilirsin?" Aniden kolumu tutması ile irkildim. Koluma bakma gereği duyarken babam susmakla iktifa ediyordu.

"Sen nasıl bu kadar canileşebiliyorsun. Babandım ben senin." Dudağımı ihtizalı edayla kıvırıp, "Sen benim babam falan değilsin. Sen artık benim için hiçbir şeysin. Senden nefret ediyorum." dedim. Tutuşunu daha fazla sertleştirirken bu olanların müsebbibi beni görmesi kaçınılmazdı. Yaşanılan o kadar çok olay vardı ki, bunun en büyük müsebbibi kendisiydi oysaki. O bu kadar caniyken ona tamah etmemizi istiyordu. Oysa ona olan hiçbir sevgim kalmamıştı. Baba kelimesi artık benim lügatimden çıkmıştı. O artık sadece bir yabancıydı, kan bağı olmamız hiçbir şeyi değiştirmiyordu.

GECENİN NEZDİNDEKİ AY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin