16

750 108 37
                                    

Kasvet dolu hayatımın, kısa süreceğini hissettiğim güzel bir dönemini yaşıyordum. Hislerimle barışabilmiştim ve yabancı olduğum o hislerle tanışmak ve neden olduğunu bilmek eskisinden daha rahat hissetmemi sağlıyordu.
Tek sorun Chan'ın bana olan yakınlığını anlayamıyor olmamdı ve bu da çoğu zaman düşüncelere dalmama, bulunduğum ortamdan uzaklaşmama sebep oluyordu.
Kendimi büyük umutların içine atmamak için fazlasıyla çabalıyordum.
Yine de o beni her gördüğünde kollarını bedenime sarınca kendimi umut denizinin içine atmadan duramıyordum. O denizin içinde boğulmak, can vermek istiyordum.

"Beni beklediğin için teşekkür ederim."

Kocaman gülümsemesi ile konuşuyor tam karşıma geçerek. Kısa bir süre yüzünü incelerken bazı ayrıntılar canımı sıkıyor fakat bunu ona yansıtmadan gülümsüyorum.

"Rica ederim. Her zaman bekleyeceğimi biliyorsun."

Söylediklerim üzerine iç çekiyor ve yanımda yerini aldığında ilerlemeye başlıyoruz. Chan bugün okul çıkışı eve beraber gitmemizi istemiş bunun üzerine ben de Jisung ve Hyunjin'i gönderip okulun bahçesinde onun kütüphaneden çıkmasını beklemiştim bir süre.

"Jisung ve Hyunjin ile gittiğimiz yere gidebilir miyiz?"

Onun bu durgun hali beni endişelendirirken hiçbir şey söyleyemeden sadece başımı sallıyorum onaylamak için. Sessizce yürüdüğümüz yolda bazen omuzlarımız, bazen ellerimiz birbirine çarparken nefes almak fazlasıyla zorlaşıyor. O gözlerini gözlerime sabitlediğinde bile kendimden geçerken yol boyunca yaşadığım bu durum yüzünden ateşim çıkıyor.
Uzun bir yürüyüşün ardından güneş batmak için harekete geçtiği vakit gitmek istediğimiz yere ulaşıyoruz. Beni bir ağacın altına sürükleyip oturtuyor ve sonra da başını dizlerime yerleştiriyor.

Ağlamak istiyorum.

Ellerimi saçlarına götürdüğünde hüngür hüngür ağlamak istiyorum ama dolan gözlerime hakim oluyorum.

"Hey, sorun ne?"

Kısıkça ona yönelttiğim sorunun üstüne derin bir iç çekiyor. Sanki söylemek istediklerini kafasında kuruyor ama söylemeye dili varmıyor. Kim bilir söyleyemediği ne çok şey var. Kim bilir söyleyemediği her şeyi bir bir biriktirip kaç tane aşılmaz setler çekmişti önüne.

"Sence ben sevilmeyi hak ediyor muyum?"

Kaşlarımı çatarak yüzünü kendime çeviriyorum. Alnına düşen saçlarını dizlerime dağılan saçları gibi geriye atıyorum. Ellerimin titremesine engel olamıyorum ve bunun onun gözünden kaçtığını da hiç sanmıyorum.

"Bu nasıl bir soru böyle?"

Saçlarını okşamaya devam ederken gözlerini kapatıyor.

"Hak ediyor muyum?"

"Sevilmeyi herkes hak eder Chan."

"O zaman neden sevilmiyorum?"

Duraksıyorum. Ona, onu sevdiğimi söylemek adına birkaç kere dudaklarımı aralayıp kapatıyorum ama başaramıyorum. Bunu nasıl yapacağımı bilemiyorum. Ben sevgi nasıl dile getirilir bilmiyorum çünkü hiçbir zaman duymamış, hiçbir zaman hissetmemiştim.
Gözlerini açıp yüzümü inceliyor.

"Bir robotmuşum gibi davranılmasından öyle çok bunaldım ki. Duygularımın, düşüncelerimin hiçe sayılmasından öyle yoruldum ki."

Gözünden bir yaş kopup şakağından aşağıya süzülüyor.

"Aslında bunaldığımın, yorulduğumun farkında bile değildim. Beni gerçekten bir robot olduğuma inandırmışlar sanki. Ama sonra fark ettim. Ne zaman fark ettim biliyor musun?"

Başımı iki yana sallıyorum. Saçlarındaki elimi kavrayıp sıkıca tutuyor. Nefes almayı sıklıkla unuttuğumdan başım dönüyor artık.

"Seninle tanıştığımda fark ettim. Sen Changbin, bana insan olduğumu hatırlattın. Sana öyle minnettarım ki."

Sıkıca kavradığı elimi dudaklarına götürüyor. Başım dönüyor. Midem kasılıyor. Bedenim titriyor. Chan beni tümüyle alt üst ederken benim gibi hissedip hissetmediğini merak ediyorum.

"Biliyorum. Şu an seninle bu şekilde konuşmam, sana bu şekilde davranmam aklında sorular oluşturuyor. Ama şimdilik sadece ana odaklansak olur mu? Çünkü seninle geçirdiğim kısıtlı zamanlarda aklımızda hiç soru olmamasını istiyorum."

Başımı sallıyorum. Tıpkı biraz önce onun yaptığı gibi elimi sımsıkı tutan elini dudaklarıma götürüyorum. Yaptığım şeyi gülümseyerek izliyor.

"Biliyorum, senden istediğim şey bencilce ama benimle birlikte bencil olduğun için teşekkür ederim."

"Artık susmaya ne dersin?"

Söylediklerimle gülümsüyor. Onun gülümsemesi bana da bulaşıyor ve bir süre birbirimizi öyle izliyoruz.
Akıp giden zamanın farkında olmadan. Öylece birbirimize bakıyoruz. Yüzlerimize, saçlarımıza dokunuyoruz. Sımsıkı tutuyoruz ellerimizi tek güç dayanağımız buymuşçasına. Sanki bir daha böyle bir an yaşayamayacakmış gibi.

Ve akşamın esen rüzgarı titretirken bedenlerimizi, dışı buz tutmuş içi yangından alev alev kalplerimiz ısıtıyor bizi.

***

Elmalar silik silik kırmızı artık -olsun-
Gözlerimiz tozlanmış, kirli
Gizlisi yok, bu dünyada böyle sıkılmak iyi
Sıkılmak iyi baylar
Biz hazır tuttukça böyle
İçi yangından alev alev
Dışı buz tutmuş kalplerimizi

-Edip Cansever, eylülün sesiyle-

generation why | changchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin