19

512 77 26
                                    

Bazen bazı anların sonsuza dek devam etmesini isteriz, uçup giden zamanın kanatlarını koparmak ve öylece yanımızda kalmasını sağlamak... Çünkü o bazı anlar kısacık sürse bile çoktan bizi bağımlı etmiştir kendine. Bitmesini, gitmesini, hissettirdiklerinin yok olmasını istemeyiz.
Tıpkı Chan tüm yaralarımı öperken zamanın durmasını istediğim gibi. Çünkü şu yaşıma kadar yaşıyor olduğumu hiç bu kadar hissetmemiştim.

Dudakları son yaramı öpüp geri çekildiğinde hızla gözlerimi açıyorum. Bitmesini istemediğim o anın sonuna gelmiş olmanın hüznü dolanıyor içimde.
Tüm acım pılını pırtını toplayıp koşarak uzaklaşıyor Chan sayesinde kalbimden, bedenimden, zihnimden...

"Oldukça geç oldu, hadi uyuyalım."

Etrafa şöyle bir göz gezdiriyorum nereye yatsam rahat olur diye düşünerek. Bunu fark ettiğinde beni de kendiyle birlikte yatağın içine çekiyor. Kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasını göz ardı etmeye çalışıyor ve derin nefesler alıyorum. Chan ise oldukça rahat bir şekilde beni kolları arasına alıyor ve bir süre sonra uykuya dalıyor.

O uyuyor, ben sabaha kadar onun nefesini dinliyorum. O uyuyor, ben nefesi kaç kere ensemi yakarcasına yalayıp geçiyor onu sayıyorum. O uyuyor, ben binbir tane şey düşünüp geceyi sabah ediyorum.

Sabahın ilk ışıkları penceresinden yüzüne düşerken uykusuzluktan kızarmış gözlerimin yaşardığını hissediyorum. Alnına düşen siyah saçlara uzanıp yana çekmek istiyorum fakat uzattığım elim havada öylece titrek bir şekilde kalakalıyor.
Derin bir iç çekip elimi kendime geri çekiyorum ve onu izlemeye devam ediyorum. Ne kadar bir süre geçiyor emin değilim fakat sonunda Chan gözlerini açıyor. Gözlerimi hızla kapatıp uyuyormuş gibi yapıyorum çünkü biliyorum, eğer beni uyanık görürse muhtemelen bana çok kızar.

Gözlerim kapalı geçen birkaç dakikanın ardından saçlarımda bir el hissediyorum. Kapalı gözlerimden bir yaş kopup yastığa düşüyor.

"Uyumadığını biliyorum aç gözlerini."

Sözünü dinleyip gözlerimi açıyorum. Koyu gözleri uykudan yeni uyanmışlığın şişkinliğine sahip. Saçlarımdaki elini hala çekmemiş olması ağlama isteğimi daha da kuvvetlendiriyor fakat kendimi tutuyorum.
Hızla alnımdan öpüp yataktan kalkıyor ve biraz önce yaptığı şeyi unutturmak istercesine hızla konuşmaya başlıyor.

"Ben bize kahvaltı hazırlayayım. Bugün okul yok zaten kahvaltıdan sonra istersen dışarı çıkarız. Göl! Evet, göle gideriz. Sen de kalk yüzünü yıka aşağıya gel."

Son cümlesi odadan uzaklaştıkça daha boğuk geliyor ve onun bu telaşlı haline gülümsüyorum. Tüm gece uyumamış olmama rağmen fazlasıyla iyi hissediyorum. Yatakta esnedikten sonra biraz öyle oturmaya devam edip sonra da yüzümü yıkamak adına ayaklanıyorum.

Mutfaktan gelen kokulara doğru ilerleyip kapının önünde bir şeyler hazırlamaya çalışan bedeni izliyorum. Tezgâhta duran kitaptan bir şeyler okuyup okuduğunu tekrar ederek dolaba ilerliyor ve saydığı şeyleri dışarı çıkarıyor.

"Süt, iki yumurta, tereyağ..."

"Changbin! Niye öyle sessizce dikiliyorsun korkuttun beni."

Kaşlarını çatarak elleri belinde beni azarlıyor. Üstündeki önlük ve şu anki duruşuyla gülme isteğimi bastıramıyorum. Gülüşümle çatılı kaşlarını gevşetiyor ve kendisini inceleyip biraz sonra gülüşlerime eşlik ediyor.
Zar zor bir şeyler hazırladıktan sonra kahvaltımızı yapmaya başlıyoruz. Hiç konuşmadığımız kadar konuşuyoruz çünkü konuşmazsak düşüncelerimizin esiri olacağımızı biliyoruz.

Etrafı topladıktan sonra kıyafetlerimizi giymek üzere tekrar odasına dönüyoruz. Kan lekeleriyle dolu kıtafetlerime uzandığımda elime vurup beni engelliyor.

"Dün makineye atmayı unutmuşum bugün benden giyin. Biz gelene kadar yıkanmış olurlar."

Elimdekileri alıp bana kendi kıyafetlerinden veriyor ve kıyafetlerimi makineye atmak adına odadan çıkıyor.
Chan'ın bana karşı olan bu ince davranışları her defasında kalbimin sıkışmasına sebep oluyor.

Elimdeki kıyafetleri giydiktan sonra odadan çıkıyorum. Ortalıkta göremediğim Chan'ı etrafta aramaya başlıyorum ve en sonunda elini makinenin iki yanına dayamış başı öne eğik duran bedenini buluyorum.
Ne düşündüğünü, neyin onu böyle düşündürdüğünü merak ediyorum.

"Chan?"

İrkilerek bana dönüyor ve gülümsüyor.

"Changbin, giyinmişsin. Hadi çıkalım öyleyse."

Yanıma yaklaştığında onu sorgulayan bakışlarla inceliyorum.

"Sen iyi misin?"

Başını sallıyor.

"İyiyim, neden sordun ki?"

Omuzlarımdan tutup beni kapıya doğru ilerletmeye başlarken konuşuyor.

"Bilmem. Sordum sadece."

Evden çıkıyoruz. Kapıyı kilitledikten sonra yanıma geliyor ve ilerlemeye başlıyoruz sessizce. Sessiz geçen belli bir vaktin sonunda sessizliği bozuyor.

"Changbin?"

Bakışlarımı yanımdaki bedene çeviriyorum. Yeri inceleyerek yürümeye devam ediyor.

"Beni Seungmin'in yanına götürebilir misin?"

Yürümeyi kesip olduğum yerde hareketsizce dikiliyorum. O da benimle birlikte yürümeyi bırakıp bana dönüyor.

"Neden bunu istiyorsun?"

İçime yayılan korkunun çoktan esiri oluyorum. Kalbim bu kez başka atıyor, midem bulanıyor, göğsüme yayılan bir sıcaklık hissediyorum.

"Sadece... Bilmiyorum götüremez misin?"

Bakışlarımı ondan çekip toprak yolu inceliyorum. Neden bunu istiyor? Neden bunu istiyor? Defalarca zihnimde yankılanan sorular elimi kavrayan eliyle duraksıyor.

"Korkmana sebep olan hiçbir şey olmayacak, söz veriyorum."

generation why | changchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin