24 (F)

222 34 33
                                    

Seungmin ölmeden önce, biz daha çok küçükken, yani daha hayatın ne kadar kötü olabileceğini bilmeden ve hayat gülüşlerimizi bizden çalmadan önce yüzümüzden gülümseme eksik olmazdı. Seungmin öyle güzel gülen bir çocuktu ki gülüşü bulaşıcıydı. Onun gülümsediğini gören herkes, ben de dahil, dudaklarına hayatın izin verebildiği kadar bir tebessümü kondururdu. Seungmin böyle güzel gülerdi işte.
Benimkiyse biraz sevimsizdi fikrimce.

"Sen gülümseyince içimde bir şeyler kıpır kıpır oluyor."

Yüzümü buruşturarak konuşan Chan'a gülüyorum. Çünkü dediğim gibi benim gülüşüm biraz sevimsizdi. Her ne kadar yansıttığım tepki bu olsa da içimde bambaşka durumlar söz konusu oluyor.
Sanki içimin isle kararmış duvarlarına ufak tefek camı kırık penceresinden cılız bir gün ışığı vuruyor, içeri dolan hava güzel bir kokuyu peşi sıra getiriyor ve ciğerlerime doluyor. Daha çok içime çekme isteğiyle doluyorum ve ilk defa ciğerlerime dolsun istediğim bu şey bir sigara dumanı olmuyor.

"Ne varmış gülüşümde?"

Elini çenesinin altına yaslayarak daha dikkatli bakıyor silinmeye yüz tutmuş gülümsememe. O dikkatle baktıkça ben olduğum yerde ezilip büzülüyorum.

"Çok nadir çıkıyor ortaya. Bu da onu çok özel yapıyor."

Gözlerini kaçırıp çenesinin altındaki eliyle saçlarını geriye doğru tarıyor. Kendisine özel olduğunun farkında ve bunu bildiğini gayet güzel bir şekilde bana gösterirken sırıtmama engel olamıyorum.
Sanki uğraşacağımı anlamış gibi bir anda ayağa kalkıyor ve konuşuyor hızla.

"Hadi gidelim buradan."

"Nereye?"

"Kimsenin olmadığı bir yere."

Elimden tutup oturduğumuz pastahaneden çekiştirerek çıkarıyor beni hızla. Bir yere yetişmeye çalışırcasına aceleci tavırları. Ona ayak uyduruyorum.
Her gittiğimizde sadece biz olduğumuzdan bize özel olduğunu düşünebileceğimiz gölün yanına gittiğimizi anlamak pek uzun bir zamanımı almıyor. Özellikle birkaç haftadır uğrak mekanımız olan bu yer bana kendi evimden daha çok ev hissiyatı veriyor. Dayasız, döşemesiz, duvarsız, kapısız ama hissiyatı kocaman bir eve eşdeğer. Fakat biliyorum ki bu sadece bu göle özel olan bir şey değil çünkü Chan'ın yanımda olduğu her yer benim evim oluyor.

Dizlerine uzandığım anda saçlarıma dolanan parmakları tüy kadar hafif hareket ediyor. Gözlerimi huzurla kapatıp anın tadını çıkarıyorum. Düşünüyorum da Chan yanımda olduğundan beri anın tadını çıkarmayı öğrenmiştim ne geçmişle ne de gelecekle bir savaşım vardı artık. Yanımda Chan olsun yeter diyordum. Her cümlemin, her düşüncemin sonu Chan olsun yeter ile bitiyordu. Şu an öylesine huzur ve mutlulukla doluyum ki dün gece babamla ettiğimiz o rutin kavgalardan birinin hatırasından eser bile kalmıyordu zihnimde. Chan parmaklarını dudağımın kenarında kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaraya doğru götürüyor fakat dokunmuyor. Belki de canımı yakacağını düşünüyor oysaki beni iyileştirebilecek her şey onun ellerinden geçiyor. Gözlerimi açıp yüzünü izlemeye başlıyorum fakat bunun farkına varamayacak kadar düşüncelere dalmış durumda buluyorum onu.

"Ne düşünüyorsun?"

Transtan çıkmış gibi bir tepki veriyor ve zorla gülümsüyor. Hiçbir şey söylemeden yüzü yavaşça bana doğru gelirken gözlerimi kapatıyorum ve sonrasında yaramın yanınbaşında dudaklarını hissediyorum. İçime tepemizde batmaya yüz tutmuş güneşten daha sıcak hissettiren bir his yayılıyor.
Güneş batana kadar orada oturuyoruz çoğu zaman sessizlik içinde. Birbirimizi izliyor, birbirimize temas ediyor ve birbirimizden bağımsız bolca düşünüyorduk. O derin nefesler alıyor ve iç çekiyor bense inip kalkan omuzlarını ve düşünürken dişleyip durduğu dudaklarını izliyorum.

"Burada nereye adım atarsam atayım elleri boynumda gibi. Boğuluyorum."

Derin bir nefes veriyor dudaklarının arasından tekrar. Batmak üzere olan güneşin kızıllığı yüzüne vururken biraz önce yaladığı dudaklarını da parlatıyor. Başını eğip sürekli oynayıp durduğu ellerine bakıyor ben de bakışlarımı ondan çekip batan güneş ile kızıla boyanan, hafiften esen rüzgâr ile dalgalanan göle dikiyorum.

"Gidelim."

Söylediklerimle başını kaldırıp bana bakıyor. Ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışıyor önce. Bir şey söylemek için ağzı kapanıp açılıyor, bir yandan da dediğim şeyin olabilirliğini düşünüyor.

"Söylemesi kolay. Nereye gideceğiz? Nasıl yaşayacağız? Paramız bile yok."

Başımı ona çeviriyorum. Bakışlarımız buluştuğunda yutkunuyor. Gözlerim bir süre adem elmasına takılıyor.

"Biriktirdiğimiz paralar var."

"Bir süre yeter, ya sonra? Mantıklı düşün."

Omzumu silkiyorum. Mantıklı düşünmek benim değil onun görevi çünkü. Ben aklıma geleni yaparım, aklıma geleni söylerim.

"Çalışırım. İllaki bir iş bulurum."

Kaşlarını çatıyor. Tüm yükü omzuma alacak olmamı dile getirmemden rahatsız oluyor belli ki.

"Çalışırız diyecektin herhalde. Evde işten gelmeni bekleyecek hanımın mıyım ben senin?"

Hafif bir kızgınlık ile söylediklerine ikimizde gülüyoruz.
Aslına bakarsan hayal etmesi hoş diyesim geliyor ama içime atıyorum. Söylemek isteyip de içime attığım diğer her şey gibi.

"Bu kabul ettiğin anlamına mı geliyor."

Sorduğum soru ile bir süre susuyor ve derin bir nefes veriyor. Buruk bir gülümseme dudaklarına misafir oluyor ve bu bile onu fazlasıyla güzel yapıyor.

"Saat onda buluşup nereye gitmek istersek gidelim çünkü gitmemiz kimsenin umrunda değil."

Gözleri gözlerimle birleştiğinde içimi tarif edilemez bir his kaplıyor. Öyle ki bunu anlatabilecek kelimeleri bir araya getirebilecek kadar kendi dilimi bilemez oluyorum. Bu nasıl anlatılır ki? Anlatmaya çalışsam eksik kalacakmış gibi geliyor.
İşte tam olarak o anda büyük bir evi, tanınmış bir itibarı ve pahalı siyah arabası olan bir annenin hayatın var olmak ve yok olmak sınırında gezinip duran oğlu ile o siyah arabayı hayata dair tüm hıncını çıkarırcasına çizmekle meşgul bir serseri olan ben, yani bizim hikâyemizin başlayacağını anlıyorum.

Kaybolmuş parçalarımız ile birlikte bir bütünüz biz şimdi. Gençliği, umudu, mutluluğu kayıp iki insandık ve benliğimizi kaybetmemize ramak kala birbirimizi bulabilecek kadar şanslıydık da bana göre.
Belki Seungmin şimdi bizi izliyordu en yükseklerden ve büyük bir gülümsemeyle bakıyordu ikimize çünkü demiştim ya dostumun gülüşü bulaşıcıydı sanıyorum bu yüzden gökyüzüne bakarken o sevimsiz gülümsemem dudaklarıma yayılıyordu istemsizce.

***
We are the helpless, selfish, one of a kind
Millennium kids, that all wanna die
Walking in the street with no light inside our eyes
***

Artık veda etme vakti gelmişti.
Belki birkaç özel bölüm gelir ve Chan ile Changbin'in yeni başlangıçlarına bir göz atarız belki de atamayız kim bilir.

Tüm milenyum çocuklarına selam olsun,
hoşça kalın.

-red

generation why | changchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin