20

481 78 31
                                    

"Merhaba, Seungmin."

Mezarın yanına yaklaşırken konuştuğumda Chan bakışlarını önce bana çeviriyor ve ardından Seungmin'in mezarına bakıyor. Mezarlığa hakim olan sessizliği bir süre sadece nefes alışverişlerimiz ve benim küt küt kulaklarımda atan kalbim bozuyor.

"Merhaba Seungmin, ben Chan."

Tıpkı benim gibi Seungmin karşısındaymışçasına konuştuğunda kalbimdeki sızıyla burukça gülümsüyorum.

"Benden bahsetti mi bu hayırsız hiç bilmiyorum ama senden çok bahsetti Seungmin."

Yanıbaşına otururken konuşmaya devam ediyor. Sanki yıllardır benim gibi bir mezarla konuşurcasına rahat davranıyor. Dışarıdan birisi bizi izliyor olsa o an ne düşünürdü emin değilim. Belki deli, belki acısından kamburlaşmış iki beden...
Onun gibi mezarın diğer yanına oturuyorum.

"Bahsettim tabii ki."

Söylediklerimle gülümsüyor. Bembeyaz elleri bir dostu sever gibi mezarın etrafında geziniyor, yabani otları söküyor.

"Öyleyse umarım beni sevmişsindir Seungmin çünkü ben seni çok sevdim."

Gözlerimin dolmasına engel olamıyorum ki biraz sonra yaşlarım elimde olmadan yanaklarımdan süzülmeye başlıyor. Chan bir süre bana bakıp sonra çenesini sıkarak Seungmin'in mezar taşına dönüyor.

"Ben seni çok iyi anlıyorum biliyor musun Seungmin."

Korku yine tüm bedenimi ele geçirmişken bakışlarımı Chan'a çeviriyorum fakat o bakışlarını bu kez bana çevirmiyor. Sanki ben yanında değilmişim gibi konuşmaya devam ediyor.

"Bazen her şeyin tam anlamıyla son bulmasını istiyorum. Daha doğrusu istiyordum."

O konuştukça kalbimin sıkıştığını hissediyorum. Duyduğum korku tüm bedenimi iliklerime kadar titretiyor.

"Çünkü kaybedecek hiçbir şeyim, ardımda bırakmak istemediğim hiç kimsem yoktu."

Gözlerini bana çevirirken konuşmaya devam ediyor ve eli bir dostun omzunu sıkar gibi taşı sıkıyor.

"Kızma sakın kimseyi düşünmeden hareket ettiğini söylemiyorum. Sadece senin kadar cesur olamadığımı söylemek istiyorum."

Sesimi çıkarmadan orada oturmaya devam ediyorum. Fakat yaşadığım bu an öyle ağır geliyor ki sanki biri göğsümü sıkıp nefes almamı engelliyormuş gibi hissediyorum.
Daha fazla dayanamayacağımı düşündüğüm zaman da yavaşça ayaklanıp soluklanmak adına oradan uzaklaşıyorum.
Yavaş yavaş Chan'ın sesini duyamayacak kadar uzaklaştığımda bir ağacın kenarında durup onlara dönüyorum.
İntihara meyilli olan sevdiğim adamın intihar etmiş olan en yakın arkadaşımın mezarına karşı söyledikleri sürekli aklımda dönüp duruyor ve ben iç çeke çeke ağlıyorum. Çünkü olur da bir gün bahsi geçen duruma cesaret ederse bunu nasıl kaldırabileceğimi bilmiyorum.

Bir süre orada dikilip onları izledikten sonra Chan'ın ayaklandığını gördüğümde ona doğru yaklaşıyorum.

"Merak etme Seungmin, ona elimden geldiğince iyi bakacağım."

Gözlerimin içine bakarken söylediği son sözlerini zar zar duyuyorum. Ben yokken Seungmin ile ne konuştuğunu bir yanım deli gibi merak etse de diğer yanım hiçbirini duymak istemiyor. Çünkü biliyorum duyduğum her kelime kalbimde bir başka acıyı konaklatacak.
Biraz sonra yanıma yaklaşıp kollarını bedenime sardığında başta ne olduğunu kavrayamıyorum. Yüzünü omzuma gömdüğünde durumu algılayıp kollarımı beline sarıyorum ve ona sımsıkı sarılıyorum.
Gitmesine izin vermeyeceğimi anlamasını istercesine sımsıkı sarılıyorum ama işlerin böyle gitmediğini öğrenmiş olan bir yanım varken içim huzurla dolmuyor.

"Teşekkür ederim beni buraya getirdiğin için."

Ne demem gerektiğini bilmiyorum çünkü buraya gelmenin iyi mi yoksa kötü mü olduğundan emin değilim. Yine de bakışlarındaki rahatlamayı biraz olsun yakaladığımdan her şeyin yolunda olduğuna inanmayı seçiyorum ve başımı sallayıp zoraki bir gülümseme sunuyorum.

Zaman nasıl bu kadar hızlı geçiyor bilmiyorum ama hava kararmaya başlamışken yavaş yavaş toparlanıp kendimize geldiğimizde Seungmin'e el sallayıp mezarlıktan çıkıyoruz. Yürürken birbirine çarpan ellerimiz elektrik çarpmasından beter ediyor bedenimi. Her temasta bir şok etkisiyle titriyor bedenim. İçimde yaşadığım tüm bu hisleri saklamaya çalışırken öyle zorluyorum ki kendimi saatlerce iş yapmışçasına bitkin düşüyorum.

"Yoruldun mu?"

Kısıkça sorduğu soruya başımı sallayarak yanıt veriyorum. Kolunu omzuma atıp beni kendine çekiyor. Bedenime yayılan sıcaklığın, içimdeki heyecanın izahı yok. Sanki yeniden doğmuş gibi hissediyorum kollarının altında. Chan koruyucu meleğimmiş gibi hissettiriyor fakat kendini koruyabilmekten aciz.
Öyleyse ben de onun koruyucu meleği olurum diye geçiriyorum içimden.

"Eve gidelim sana güzel bir yemek hazırlayayım. Sen de istersen duş alırsın. Rahatlar biraz bedenin."

Sıcak bir gülümsemeyle konuştuğunda aynı gülümseme ile karşılık veriyorum ona. Sanki bundan önceki günlerde hayatım tüm boktanlığını bana yaşatmamış ve gülüşümü elimden almamış gibi gülümsüyorum.
Çünkü kim bilir, belki bir daha hiç birbirimize böyle gülümseyemeyiz.

generation why | changchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin