"Böyle bir şeye gerek yoktu."
Düz bir sesle konuşup karşımızdaki göle küçük bir taş atıyorum. Bir süre gözlerini yüzümde hissediyorum. Sonra da bembeyaz görünen eline bir taş alıyor.
"Benim için gerek vardı."
Beni taklit ederek bir taş da o atıyor. Bakışlarımı ona çevirdiğim sırada o da bana dönüyor ve bir süre gözlerimizin içinde bir şeyler arıyoruz. Ben onun gözlerinde ölü ruhlar görüyorum, o benim gözlerimde muhtemelen koca bir karanlığın ortasında kalmış bir çocuk görüyor. Deli gibi koşup bir yol arıyordur belki de.
"Yapmak istedim ve yaptım Changbin çünkü öyle olmasını doğru buldum. Bu olayda senlik bir şey yok, düşünme bunları."
Derin bir nefes verip elimdeki taşla oynuyorum. Her ne kadar böyle söylese de ne olduğunu takip edemediğim ve zihnimde bir sis bulutu oluşturan düşüncelerime engel olamıyorum.
"Bilmiyorum, huzursuz hissediyorum."
Söylediklerimin üstüne elimde oynayıp durduğum taşı alıyor ve göle atıyor. Ayaklanıp üstünü silkeledikten sonra elini bana uzatıyor.
"Kalk hadi."
Sorgulayan gözlerle ona baktığım sırada oturması için yere koyduğum siyah ceketi silkeleyip koluna asıyor, sonra elimden tutup beni kaldırıyor ve ilerlemeye başlıyor.
"Nereye gidiyoruz?"
Sorumu cevaplamadan ilerlemeye devam edince bir süre sonra bende soru sormayı kesiyorum ve arkasından ilerliyorum. Sessizce yan yana yürürken ara sıra ellerimiz birbirine çarpıyor. O da sanki elektrik çarpmış gibi hissediyor mu acaba diye düşünmeden edemiyorum ve bir yandan da böyle bir şeyi düşündüğüm için hem sinirleniyorum hem de utanıyorum.
Yürüdükçe fazlalaşan insan sayısı ile kasabanın merkezine geldiğimizi anlıyorum. Bir süre önce bıraktığı bileğim öylece boşlukta sallanıyor. Bir çiçek dükkânına geldiğimizde neden burada olduğumuzu anlamaya çalışıyorum.
"Neden buradayız?"
Omzunu silkerek konuşuyor.
"Çiçek almak istiyorum."
Kaşlarımı çatıyorum, anlam veremediğimin yüzümden fazlasıyla belli olduğuna eminim. Ve yüz ifademin onun kıkırdamasına sebep olduğuna da emin olduğumu söyleyebilirim.
"Bakma öyle hadi."
Açınca kenarındaki zilin çalmasına sebep olan kapıdan içeri adımlıyor ve bende ardından içeri giriyorum.
Yanımıza fazlasıyla minik gözüken ve kocaman gülümseye sahip bir çalışan yaklaşıyor ve Chan ile sarılıyorlar. Dikkatimi onlara değil de etrafımdaki renk renk dizilmiş çiçeklere vermeye çalışıyorum."Hoş geldin Chan."
Tekrar dikkatimi onlara verdiğimde çalışan gözlerini bana çeviriyor.
"Hoş geldiniz."
Başımı sallıyorum.
"Changbin bu kuzenim Felix, Felix bu da Changbin."
Felix kocaman bir gülümseme ile elini bana uzatıyor.
"Memnun oldum Changbin."
Elini sıkarak ben de aynı şekilde onu yanıtlıyorum.
"Ben, çiçek almak için gelmiştim."
Kaşlarını hafiften çatıyor Felix. Şaşırdığı belli.
"Çiçek mi? Daha dün çiçeklerden hoşlanmadığını söylüyordun."
"Çiçeklerden değil onlara gelen böceklerden hoşlanmıyorum. Bir de fazla renkli olmalarından."
Gözlerini etrafta gezdirirken konuşuyor. Ben öylece kaldığım yerde onları izliyorum.
"Renksiz çiçek mi olur Chan."
Diye söylenirken Felix de onun için bir şeyler aramaya başlıyor. Chan, Felix'in gösterdiği her çiçeğe bir bahane bulurken ben kaktüslerin olduğu yere doğru ilerliyorum. Parmağımı dikenlerine dokunmak için uzatıyorum ve hızla geri çekiyorum. Pekâlâ, bu kadar can yakacağını düşünmemiştim. Chan ve Felix'in dikkati bana çevriliyor.
"Changbin, onları sevmek biraz zordur."
Felix gülerek konuştuğunda ben de kendi aptallığıma gülüyorum. Chan elimi tutup parmağıma bakıyor.
"Birkaç tanesi kalmış."
Felix yanımızdan ayrılıp elinde leopar desenli bir cımbızla tekrar yanımıza geliyor. Bu sefer de cımbızın desenine gülmeye başlıyoruz.
İlk defa Chan'ın bu kadar içten güldüğünü görüyorum. Demek ki Felix, Chan'ın gülüşünü görmeyi hak eden değerli birisi."Şunları halledelim."
Chan cımbızı alarak parmağıma batan dikenleri çıkarmaya çalışıyor bir yandan da cımbızın desenine gülmeye devam edip Felix ile uğraşıyor. Felix de onun söylediklerine samimi bir şekilde sataşırken ben dikkatle Chan'ı seyrediyorum.
"Tamamdır."
Chan işini bitirmenin memnuniyeti ile bana bakıyor. Büyük ihtimalle ona şaşkın bir balık gibi bakıyorum.
Teşekkür ettikten sonra Chan parmağıma dikenlerinin battığı kaktüsü almak istediğini söylüyor.
Kaktüsü alıp Felix'e veda ediyoruz ve küçük dükkândan çıkıyoruz."Neden onu aldın ki?"
Sorumla bakışlarını elindeki saksıya çeviriyor.
"Ona sevmenin zor olmadığını göstermek istiyorumdur belki."
Gülümseyerek söyledikleri bakışlarımı hızla önüme çevirmeme sebep oluyor. Neden böyle hissettiğime anlam veremiyorum.
Ve ilerlediğimiz yol boyunca belki ben de Chan'ın gülümsemesini görmeyi hak eden biriyimdir, diye düşünüyorum.***
Çiçek çocuk, Felix...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
generation why | changchan
Fiksi Penggemar"saat onda buluşup nereye gitmek istersek gidelim çünkü gitmemiz kimsenin umrunda değil."