"Acaba, bunu almama izin verir misin?"
Sorduğu soru ile biraz şaşkınlığa uğruyorum. Yetenekli olduğumun farkında olmama ve övgüler almaya alışık olmama rağmen bu kadar beğenmiş olması ve hatta almak istemesi neden beni bu kadar şaşırttı bilmiyorum.
Boğazımı temizliyorum konuşmadan önce.
"Tabii ki. Beğendiysen."
Başını sallayıp ufak bir tebessüm konduruyor dudaklarına. Uzun süre onu çizmiş olduğum sayfaya bakıp parmaklarını çizgilerde gezdiriyor.
"Bu sanırım haberim olmasa bile benim için yapılmış ve bana verilmiş tek ve en güzel hediye."
Kısa bir süre gözlerini gözlerime çıkarttığında boş gözlerine yağmur damlalarını akıtmak üzere kara bulutların yerleştiğini görüyorum.
"Yani hiç hediye almadın mı?"
Sorduğum soru ile başını sallıyor.
"Ders kitapları hediye sayılmaz sanırım. En azından benim için."
Kağıdı daha önce katladığım yerden katlayıp çantasından çıkardığı siyah dosyanın içine yerleştiriyor.
"Ders çalışmaktan başka hiçbir şey yapmıyor musun?"
Kitaplarla dolu çantasındayken gözlerim konuşuyorum. Burukta olsa ona yakışan gülümsemesini tekrar yerleştiriyor dudaklarına.
"Başka ne yapabilirim ki?"
Çantayı kapatıp kendini tam karşıma konumlandırıyor. Batmak üzere olan güneşin ışıkları boş gözlerine ışıltı ekliyor.
Onun bu sessiz sedasız ve hüzünlü hali canımı sıkıyor. Kim bilir ne afetler dönüyor zihninin, kalbinin içinde? Hangi afete kapılıp gidiyor ve defalarca ölümle buluşuyor benliği?"Sen neler yapıyorsun mesela?"
Aramızdaki sessizliği bozduğunda kapılıp gittiğim sorularımdan sıyrılıyorum ve odağımı tekrar ona çeviriyorum.
"Pek de yaptığım bir şey yok aslında. Genelde çizim yaparım büyükbabamdan kalan eski radyoda çalan şarkılar eşliğinde. Anneme yardım ederim ara sıra. Arkadaşlarımla buluşurum."
"Jisung ve Hyunjin'di değil mi?"
Başımı sallıyorum. Ve Seungmin.
"Biri daha vardı."
Sanki zihnimi okur gibi konuştuğunda kimden bahsettiğini anlamak zor olmuyor.
Çantamdan paketi çıkarıp bir dal sigara alıyorum içinden ve uzun bir uğraşla cebimden çakmağımı çıkarıyorum. Yaktığım sigaradan bir duman çekip dışarıya üflediğimde gözlerim tekrar dikkatle izleyen gözlerine dönüyor."Seungmin. Güzel dostum Seungmin."
Başını sallıyor.
"Onun için üzgünüm."
Söyledikleri ile tek kaşım havalanıyor.
"Pek üzgün görünmüyorsun."
Sözlerimle boş bakışları batan güneşten tekrar bana döndüğünde yapma diye bağırmak istiyorum yüzüne doğru. Düşünme, aklından bile geçirme.
"Bu dünyadan kurtuldu işte."
Düz bir sesle söyledikleri ile çenemi sıkıyorum.
"Kızma."
Bakışlarını kaçırarak mırıldanıyor.
"Sen de kurtulmak istiyorsun gibi?"
Çenemi sıkarak söyleniyorum sigaramın son nefesini dudaklarımdan verirken.
"Çok kızdın mı ona?"
Bakışlarımız buluştuğunda yerinde kıpırdanıyor. Bakışlarımın altında ezildiğine eminim.
"Seungmin benim en yakın dostumdu. Jisung ve Hyunjin'den bile öteydi. Ben, beni bu dünyadan uzaklaştırabildiği gibi ben de onu bu dünyadan uzaklaştırabildiğimi sanıyordum. Aptalmışım! Bir sabah ölüm haberini aldığımda öğrendim. Hiçbir işe yaramadığımı fark ettim. Yeni bir dünya yaratamazdım belki ama elini tutardım sıkıca. Atlatırdık bir şekilde. Atlatamaz mıydık?"
Dolan gözlerimi hızla siliyorum. Karşımda sessizce beni dinleyen Chan ile değil de sanki kendi kendime konuşuyor gibiyim.
"Eskiden başımı omzuna yaslardım şimdi mezar taşına yaslıyorum."
Duygudan yoksun bir şekilde gülüyorum söylediklerime ve gülüşüm yavaş yavaş kısık hıçkırıklara dönüyor. Biraz sonra yanıbaşımda bir hareketlilik hissediyorum ve sonra da başım bir şeye yaslanıyor.
"Seungmin gibi hissettirir mi bilmiyorum."
Sesi kulaklarıma dolduğunda hıçkırıklarım artıyor ve orada, onun omzunda hiç ağlamamışçasına ağlıyorum.
Ve biliyor musunuz? Seungmin gibi hissettiriyor.
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
generation why | changchan
Fanfiction"saat onda buluşup nereye gitmek istersek gidelim çünkü gitmemiz kimsenin umrunda değil."