17

615 93 54
                                    

"Sen kuytu köşelerde elin oğlanlarıyla mı görüşüyorsun lan!"

Suratıma yediğim yumruğun etkisiyle yere düşüyorum. Babamın hızını alamayıp bir tekme savurmasıyla da tamamen yere kapaklanıyorum. Yediğim darbelerin sayısı artarken sesimi çıkarmıyorum.
Çünkü acımıyordu. Acı fiziksel değildi.

"Dur artık yapma!"

"Kes lan çeneni."

Annemin yere düşmesiyle bulunduğumuz durumu kavrıyorum. Gözlerimin içine bakıyor.
Ben bu gözleri tanıyorum. Bu gözler her sabah aynaya baktığımda gördüğüm gözlerle aynı. Yaşama dair hiçbir ışıltısı yok. Annemin gözlerinde acıyı görüyorum.
Acıyı hissediyorum.

"Bir daha... Bir daha kulağıma böyle bir şey gelirse yemin ederim seni öldürürüm. Seni öldürür o sevdiğin arkadaşının yanına gömerim anladın mı beni!"

Neler duyuyordum ben? Neler yaşıyordum? Tüm bu yaşananları hak etmiş miydim? Ya da hak edecek ne yapmıştım? Aklımda sıralanan soruları Tanrı şimdi cevaplamayacaksa ne için çabalamaya devam ediyordum?

Kapıyı hızla çarpıp evden çıkan bedenin ardında bıraktığı sessizlik öyle sesli geliyor ki kulaklarımı kapatıyorum. Bir ileri bir geri sallanan bedenim tir tir titriyor. Başıma koyulan el ile gözlerimi açtığımda karşımda annemi görüyorum.
Annem başımı okşuyor.

Annem başımı okşuyor.

"Kalk yüzünü yıkayalım."

Niye diyemiyorum. Ayaklanıyorum yardımıyla. Zar zor attığımız adımlar birkaç dakikanın sonunda bizi banyoya getiriyor. Aynadaki yansımama bakıyorum bir süre. Kaşımdan, burnumdan, dudağımdan akan kanı seyrediyorum.
Acımıyor ama. Acı fiziksel değil.

Sesini çıkarmadan içli içli ağlayan annem yüzümü yıkıyor. Ben hiç hatırlamam annemin böyle bana dokunduğunu.
Düşünmek acıtıyor.

Bir transtan çıkmışçasına silkelenip yavaş adımlarla odama ilerlemeye başladığımda ardımdan sesleniyor.

"Nereye gidiyorsun? Daha bitmedi."

Odamdan ceketimi alıyorum sonra annemi sorularıyla baş başa bırakıp evden çıkıyorum.

Adımlarım nereye götürüyor beni bilmeden ilerliyorum. Gecenin soğuğu mu yoksa içimden söküp atamadığım sinir ve hüzün mü bedenimi titretiyor onu da bilmiyorum.
Uzun süren yürüyüşüm bir evin bahçesine adım attığımda sonlanıyor.

Chan'ın ışığı hâlâ açık odasına bakıyorum.
Daha sonrasında bahçeden çıkıp tekrar bahçeye giriyor ve bu döngüyü birkaç kere devam ettiriyorum. Bu halimle ailesiyle birlikte yaşadığı bu eve neden ve hangi cesaretle geldiğimi bilmiyorum. Biraz sonra Chan üzerine geçirmeye çalıştığı ceketi ile dışarı çıkıyor. Gözleri beni bulduğunda şaşkınca açılırken hızla yanıma adımlıyor.

"Ne oldu sana böyle? Kim yaptı sana bunu?"

Bu karanlıkta nasıl hemen fark ettiğini anlamıyorum. İfadesiz halim onu daha da endişelendiriyor.

"Changbin konuşsana."

Ellerimden tutup beni eve doğru ilerletiyor hızla. İçeri girdikten sonra beni bir koltuğa oturtup su getirmeye gittiğini söylüyor. Bir bardak suyla geri döndüğünde ben hâlâ ifadesizce hiçbir şey yapmadan oturuyor oluyorum.
Suyu zar zor bana içirdikten sonra önüme geçip dizlerinin üstünde duruyor. Elleri kucağımdaki ellerimi sardığından artık içimdeki ağlamaklı çocuğa engel olamıyorum.

Chan, benim bu halimi gördüğü ve neler olduğunu anlamadığı için büyük bir endişe ile bana bakarken ne yapacağını bilemeden gergin hareketler sergiliyor.

"Ben böyle bir hayata sahip olmak istememiştim. Böyle bir bedene, böyle bir aileye... Ben böyle bir dünyaya gelmek istememiştim."

Hıçkıra hıçkıra ne dediğimi bilmeden ağlarken Chan kollarını boynuma dolayıp bir eliyle de beni rahatlatmak istercesine sırtımı okşuyor.

"Neden bir olasılığa bağlı her şey? Doğup doğmamak, güzel bir aileye sahip olup olmamak... Var olan tüm olasılıkları sikeyim."

"Chan ben çok yoruldum. Acıyor. Ben bu acıya katlanamıyorum artık son bulsun isti-"

"Şşş."

Dudağıma yerleştirdiği parmağı ile beni susturuyor. Hâlâ gözümden yaşlar akmaya devam ederken Chan'ın dolu gözlerine bakıyorum.

"Biliyorum. Changbin biliyorum çok yorulduğunu, çok acıdığını biliyorum."

Başını dizime yasladıktan sonra benimle birlikte ağlamaya başlıyor ve biz o şekilde yaklaşık bir veya iki saat hiç konuşmadan ağlıyoruz. Bizim yerimize hıçkırıklarımız konuşuyor. Chan acılarına benim acılarımı ekliyor.

Geçen zaman içerisinde hıçkırıklarım son buluyor ve sakinleşiyorum. Bedenimi Chan'ın kollarının arasında buluyorum biraz daha kendime geldiğimde. Eli başımı yavaş yavaş okşarken göğsüne yerleşmiş elim tişörtünü çekiştiriyor hafifçe.

"Daha iyi misin?"

Başımı sallıyorum.

"Biliyor musun? Ben de sana gelmek için çıkıyordum tam evden. Keşke ilk aklıma geldiği anda cesaret edip gelseydim."

Burnumu çekerek kendimi toparlıyorum. Babamın söylediği her cümle zihnimde yankılanırken başımı ellerimin arasına alıp konuşuyorum.

"İyi ki gelmemişsin."

"Belki engelleyebilirdim sana bunu yapanı."

"Chan şu an konuşmak istemiyorum. Buraya neden geldiğimi bile bilmiyorum. Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Kimse uyanmadan gideyim ben en iyisi."

Ki zaten bu zamana kadar uyanmamalarına bile şaşkınım çünkü o sarı saçlı kadının benim kokumu bin kilometre öteden alabileceğini düşünüyorum.

Kalkıp kapıya doğru ilerleyeceğim sırada kolumdan tutuyor ve beni durduruyor.

"İki günlüğüne şehir dışına gittiler. Burada kal."

Bunu kabul edemeyeceğimi söylememe izin bile vermeyip kolumu bırakmadan beni peşinden sürüklüyor. Ona ait olan odaya girdiğimizde dolabına ilerleyip benim için kıyafet çıkarmaya başlıyor.

"Sana rahat bir şeyler vereyim."

Elime tutuşturduğu kıyafetlere ve ona bakarken tekrar gözlerimin dolduğunu hissediyorum. Bunu fark ettiğinde bana buruk bir gülümseme ile bakıyor. Birkaç adım yaklaşıp başıma bir öpücük konduruyor ve odanın kapısına ilerliyor.

"Sen giyin ben de bize kahve yapayım."

generation why | changchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin