11. Bölüm

576 52 69
                                    


Herkese merhabalar...

Hikayenin giriş kısmında sizleri oyalamayı pek sevmediğimden bu kısma çoğu zaman bir şeyler yazmıyorum lakin bu akşam sizleri makul bir saatte rahatsız etmiş olmamdan ve aynı zamanda çok uzun bir bölüm yazdığım için Vefa ve Mehmet Efe ile çok vakit geçirmiş olmanın duygusallığından birkaç cümle ile size ulaşmak istedim. 

 Öncelik Araf yolculuğumda bana eşlik eden herkese çok teşekkür ederim zira Araf benim için çok özel bir yerde. Kurgusunu bile aylarca oluşturduğum, hikayede henüz sizin bölümler sonra birkaç satır okuyacağını karakterlere bile birer dünya inşa ettiğim, çoğu zaman yeterince iyi yazmadığımı düşünüp binlerce kelimeyi silip yeniden, yeniden ve yeniden yazdığım bir hikaye. 

Bu yüzden Araf hakkında konuşmaya hep çok hevesliyim. Her seferinde on bin kelimeyi aşan bu bölümleri yazarken de mütemadiyen bu konu hakkında beklentiye giriyorum. Acaba araya serpiştirdiğim detaylar fark edildi mi, benim üzerine doğru kelimeyi seçmek için günlere düşündüğüm cümle beğenildi mi, peki okuyucularım olsaydı onlar ne yapardı bu durum karşısında? Ve cevabını merak ettiğim pek çok soru daha.

O yüzden sizden ricamdır, iyi veya kötü eleştirileriniz, teorileriniz ile yanımda olmanız temennisi; okumanız, beğenmeniz, oy ve yorumlarınız ile beni yalnız bırakmamanız  dileği ile. Sizleri seviyorum.


Önemli bir hatırlatma: Unutmayın Vefa Şahzade konuşulmaktan her zaman hoşlanır.

......

Market poşetlerini ada tezgahın üzerine bırakıp açık balkon kapısından dolan soğuğa aldırış etmeden üzerimdeki kalın hırkadan kurtuldum. Dışarıda senenin ilk karı hiç durmayacakmış gibi yağıyordu ama işin aslı bu haliyle bile evin içi bana fazlası ile sıcak geliyordu zira şu an olmak istediğim tek yere muhtemelen buradan daha fazla kar yağıyor ve beyaz mermerler üzerine değen her teni kesecek bir soğuğa bürünüyordu. Atakan'ın kasımpatılarının üzerine kar yağıyordu ve ben elbette Aşiyan'da olmak istiyordum. Gerçi ben mütemadiyen Atakan'a gitmek istiyordum ama bugün çok başkaydı. Sanki ilk kar hep daha çok üşütür gibi hissederdim, ilk yağmur hep daha çok ıslatırdı, en çok solan ilk çiçeğe üzülürdü. Yine öyle hissediyordum ve kendimi terbiye ettiğim hiçbir soğuk yeterli gelmiyordu.

Tıpkı bundan seneler evvel Venedik'te olduğu gibi soğuk artık yakıcı bir hale gelinceye kadar tenimdeki iki parça kumaşla balkonda oturmak ya da çıkıp Atakan'a gitmek istiyordum ama Utku'ya bir hastane odasında, sesim bir fısıltıdan öteye gitmiyorken verdiğim o söz beni buraya bağlıyordu. Doğrusu ben hiçbir zaman verdiği sözlere sadık kalan bir kadın olmamıştım, dürüstlük ve güvenilirlik beni tanımlayabilecek iki kelime hiç değildi ama bazı sözleri çiğneyip geçmek benim için bile zordu.

Çıkıp gidemediğim için kendimi oyalayacak bir şeyler peşine düşmüştüm. Yalıya sığamamış, henüz mesaisi bitmemiş Nil ve Alparslan'a da iş çıkarmak istememiştim. Moda'daki eve gelmiş, biraz temizlik yapmış hemen ardından da birkaç kuru gıdadan ve bolca alkolden başka hiçbir şeyin olmadığı mutfağımda yemek yapmaya karar vermiştim. Market alışverişi yapmak için dışarıya çıkmak zorunda olduğum fikri ile ufak bir avuntu bulmuştum belki de. Yine de sahildeki bir banka çöküp kalmamak için sürekli Utku'nun o günkü yüzünü hatırlatıp durmuştum kendime. Halbuki ben bir daha hiç üşümeyeyim diye yeminler verdiren Utku aramamıştı bile bugün beni. Oysa beklemiştim. Zaten ben hep Utku'yu beklemiş geç geldiği her seferde de hiç beklememiş gibi yanından geçip gitmiştim. Sahi bizim birbirimizle zorumuz neydi? Belki de bizimki sorunlu bir aile ile baş edememek bile değildi belki de biz en temelinde buyduk, doğru düzgün bir aile ortamında büyümek bile bizi daha doğru insanlar yapmayacaktı. Eninde sonunda bu kadardık belki de.

ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin