6. Bölüm

589 53 52
                                    

"Kendimizdeki kusurları başkalarında görmeye hiçbirimiz dayanamayız."

Dorian Gray'in Portresi (Oscar Wilde) 



......................................................................



Bir umudu öldürüyorlardı içimde, bir kahkahayı. Sanki içimde filizlenmeye yüz tutmuş ne kadar çiçek varsa onları öldürüyorlardı. Neşeli bir şarkı ölüyordu içimde sanki, bir şiir ve bir yaz akşamı... Beyazlar, pembeler ve maviler ölüyordu ve bir de henüz meyveleri dallarından sarkan vişne ağaçları. Parmaklarımın arasında eriyip giden sigara ölüyordu ve ciğerlerim, bir gün iyileşeceğime dair Mürvet Abla'nın gözlerinde taşıdığı umut ölüyordu. Yine de ölmüyordu Alparslan.

Beyaz bir kağıda sarılmış zehir ve hemen balkonumun altındaki denizin kokusu bile bastıramıyordu Alparslan'ın parmaklarının arasından zemine süzülen kanın metalik kokusunu. Tıpkı bir ameliyattan yeni çıkmışım gibi, az önce birini öldürmüş gibi, göğsümden bir kurşun yemişim ve kalkıp hayatıma devam etmişim ama yaram kanamayı sürdürmüş gibi sadece kan kokuyordu. Nasıl son bulmuyorsa içimdeki endişe,nasıl durmuyorsa parmaklarımın titremesi işte öyle dağılmadan genzime doluyordu kan kokusu, ciğerlerim asla duyarsızlaşmıyordu bu kokuya, asla hafiflemiyordu etkisi. Sanki mütemadiyen kanıyordu Alparslan'ın bilekleri, halbuki ben kendi bileklerimi de kesmiştim zamanında böyle değildi, canımda bu kadar yanmamıştı. Ama Alparslan farklıydı, Allah biliyor ya en sevdiğim değildi, hiçte olmamıştı zaten ama adını koyamadığım bir şey vardı onda. Bakışlarında mütemadiyen merhamet, mütemadiyen mahcubiyet ve bir de bana bakarken ayrı bir mahzunluk vardı. Anne ve baba sevgisinden yoksun büyüyen her çocuk gibi tüm gülüşlerinin üzerini örten şeffaf bir hüzün vardı. Ela gözlerinde hala sebebini anlayamadığım bir yabancılık vardı, bazen bize bile. Ne zaman biraz şefkat görse ağlayacak gibi bakardı, ne zaman üzerine bir battaniye örtülse ne zaman sofraya sevdiği çorba getirilse teşekkürü teşekküre katardı. Hep cömert ama onun için bir şeyler yapıldığında hep mahcup. Severken hep çok korkusuz ama iş sevilmeye geldiğinde hep biraz tutuk. Farklıydı işte Alparslan, severken de sevilirken de... Öldürürken bile farklıydı, öldürürken bile dürüst,öldürürken bile çok sevenlerdendi.

Bir nefes daha aldım neredeyse izmarite dönen sigaramdan sonrada saksılık olarak tasarlanmış çembere yerleştiren mermer küllüğün içinde söndürdüm. Ölü sigaraların hiç öpülmemiş gibi beyaz izmaritleri... Oysa benim katili olduklarımın gövdeleri rengarenk olurdu.. Pembeler, kahveler, bejler, bordolar ve hatta bazen morlar, maviler ama çoğunlukla kırmızılar. Beni muhtemelen daha elli beşimi bile görmeden önce akciğer kanserinden öldürecek ve parmaklarımın arasında bir aksesuar olarak tutmaktan hoşlandığım için daha on altımda içmeye başladığım ince, beyaz bedenlere sahip katiller. Atakan'ın öfkeden nasıl deliye döndüğünü şimdi bile hatırlıyordum. Henüz evde içmeye başlayacak kadar tiryaki bile değildim, zaten paket yakalatacak kadar aptal biri hiç olmamıştım ama anlamıştı işte, zaten benimle ilgili her şeyi hemen anlardı. Haftalarca konuşmamıştı benimle annem ve babam, Utku ve hatta bir şekilde kendisi bile beni hayatımı istikrarlı bir şekilde mahvederken benim kendime karşı hep iyi olmamı beklemişti. Ne iki yüzlülüktü... Önce düşene kadar koşmamı sağlamış sonrada bir lütufmuş gibi yaralarımı sarmışlardı bazen üfleyerek bazen öperek ve bazen de üzerine asit dökerek. Ama ben kabukları kaldırınca kızmışlardı, çok kızmışlardı. Belki de bunu ta o zamanlar fark ettiğimden asla geri adım atmamıştım. Utku, Mürvet abla ya da teyzem vazgeçirmeye teşebbüs bile etmemişlerdi, öyle ya Atakan'ın yapamadığını onlar nasıl yapacaklardı? Halbuki ilk içtiğimde dakikalarca öksürük krizine girdiğim sigaranın tadını sevmemiştim bile, belki o gece öfkesiyle kırıp dökmek yerine yalıyı, kalbimi ve kalbimin en derinlerinde ona karşı taşıdığım o baba sevgisini kendiliğimden bırakırdım.Belki ara sıra günlerce konuşulacağını bildiğim fotoğraflarda parmaklarımı süsleyen bir aksesuar olurdu, belki de yakışıklı bir yabancıya yaklaşmak için "çakmağımı evde unuttum" bahanesi.

ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin