Herkese merhabalar sevgili okur. Ben, Vefa ve Vefa'nın içindeki tüm o kadınlar sizleri çok özledik. Umuyoruz ki sizde bizi özlemişsinizdir. Bölüme geçmeden önce biraz sohbet edelim istiyorum o yüzden. İş, okul, aşk.. Son zamanlarda izledikleriniz, okuduklarınız, dinledikleriniz.. Her neden bahsetmek istiyorsanız gelin konuşalım.
Ayrıca bölüme geçmeden önce ufak bir uyarıda bulunmak istiyorum. Bölüm içinde yer yer argo kelimeler ve küfürlere denk geleceğiz. İşin aslı kullanmayı çok sevdiğim şeyler olmamakla birlikte sırf kullanmamak adına da kelimeleri yumuşatmak ve aslında kullanılması gereken yerde enerji düşürmemek taraftarıyım. O yüzden lütfen benim ve Mehmet Efe'nin kusuruna bakmayın ama bildiğiniz gibi bazen salon beyefendileri de küfreder.
..........................................
"Şunun tadına da baksana." dedi küçük kaselerde servis edilen ve benim ismini dahi bilmediğim reçellerden birini daha bana uzatan Başar. Bir zamanlar abim hayattayken yaptığımız cinsten upuzun bir kahvaltı faslının ortasındaydık. On iki kişilik bambu masa akla gelebilecek her türlü kahvaltılık ile süslüydü ama benim için önemli olan tek tabak masanın ortasında yığınla zeytinyağlı ekmek taşıyan porselen kayık tabaktı. Yine de Başar bunu anlamakta biraz zorlanıyordu. Normaldeki iştahsızlığımı kıran nadir şeylerden birinin reçel olduğunu sevgilimden öğrendiğinden beri beni masadaki tüm reçel çeşitlerini tatmaya zorluyordu. Hayır Başar, şeker komasına girinceye kadar reçel yeme taraftarı biri değilim sadece vişne reçelini seviyorum desem de Başar laf anlatması pek kolay biri olmadığından pes etmiştim.
"Ne reçeli bu?" diye sordum rengi süzme baldan birkaç ton daha açık olan marmelat kısmından ekmeğimin üzerine biraz alırken. Kasenin içinde küp küp doğranmış sarı bir meyve olduğunu görebiliyordum ama ne olduğunu tek bakışta kestirebilecek gurmelikte değildim.
"Elma." dedi Başar kendi ekmeğinin üzerine benim aksime bolca reçel alırken. Bana kalırsa masadaki bu geniş reçel koleksiyonun sebebi Başar'ın tatlıya olan fazlaca düşkünlüğüydü.
"Elmanın reçeli oluyor mu ya?" diye sordum ekmeğimi ağzıma atmadan hemen önce. Mehmet Efe telefon görüşmesi için dışarı çıktığından beri, masanın geri kalanından bağımsız, hiçbir temeli olmayan, saçma konular üzerinde konuşuyorduk Başar'la.
"Yavrum farkında mısın bilmiyorum ama şekerle yeterince kaynatıldıktan sonra her şeyin reçeli oluyor."
"Yine de en güzeli vişne reçeli." diye direttim çayımdan bir yudum alırken. Pek sevdiğim bir içecek değildi ama bana Atakan'ı hatırlattığından böyle sofralarda çay içmeyi severdim.
"Ayva dururken mi?" diye karşı çıktı bana o da çayından bir yudum aldıktan sonra.
"Zevksizlik ediyorsun Başar." diye direttim. Aramızdaki muhabbetin oldukça saçma olduğunun farkındaydım ama bir yandan da içten içe bu durumdan keyif alıyordum.
"Asıl sen inatçılık ediyorsun." dedi diğer reçel çeşitlerinin aksine daha büyükçe bir kasede olan, rengi oldukça iştah açıcı olan reçeli bana doğru iterken. "Bir denesen var ya bayılacaksın."
"Daha önce ayva reçeli yedim." dedim bu kez ben reçel kasesini onun önüne iterken. "Sevmiyorum ayvanın o yumuşak halini."
"Bak bak yüzünü nasıl ekşitiyor." dedi benim aksime onun yüzünde durumumdan eğlendiğini belli eden bir ifade vardı.
"Konuşma benimle." dedim sandalyemi hafifçe kenara çekerken. "Dikkatimi dağıtıyorsun, kahvaltı yapamıyorum."
"Amann ufak at da civcivler yesin." dedi nispet yaparcasına o da sandalyesini hafifçe benden uzaklaştırırken. "Sabahtan beri otlanıp duruyorsun. Bir gözün de kapıda zaten. Mehmet ne zaman gelecek diye."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
General FictionHer ikisi de çok uzun zamandır ölüydü. Bedenlerindeki kusursuzluğun aksine her ikisi de ruhlarının çürüdüğünü biliyordu. Ruhlarından yükselen bu kokuyu saklayabilmek için pahalı parfümleri; bedenleri için yüksek tavanlı mezarları ve kaliteli kumaşla...