"Öyle ölüler vardır ki,
Ben onların öldüklerini düşününce,
Vakit olur,
Yaşadığımdan utanırım."
Her Şeyin Başladığı Geceden 7 Yıl 4 Ay 25 Gün Önce
Atakan ölmüştü.
Güneş, ay ve yıldızlar...Şarkılar, şiirler ve kahkahalar...Bayramlar, kalabalık sofralar, renkler ve umutlar...Merhabalar, günaydınlar ve hoş geldinler... Baharlar, kiraz çiçekleri ve çanak kıranlar...
Henüz doğmamış bir çocuğun babası...Bir kadının tek aşkı...Bir annenin ilk göz ağrısı...
Ağabeyim, babam, annem ve en yakın arkadaşım...Çocukluğum, bugünüm ve yarınım... Evim, ocağım, sığınacak limanım, sırtımı yaslayacağım dağım... Atakan ölmüştü.
Bundan tam üç ay önce, detaylarını hala daha hatırlayamadığım – esasında bütünüyle hatırlamadığım- bir yaz gecesinde, Aylin'in yanında olması gereken bir saatte üç farklı silahtan çıkan sekiz kurşun ile ölmüştü. Henüz otuz beşinde... Gitmişti ve beraberinde her şeyi götürmekten de çekinmemişti. Denizi gören, üzerine yaşlı bir söğüdün gölgesi düşen, soğuk mermerlerin ağırlığı ile ezilen bir toprak parçasının altında; sonsuz bir uyku uyumaya gitmişti. Beni, babamı, Aylin'i hiç düşünmemişti. Biz ne olacaktık, biz nasıl uyuyacaktık?
Bizden de geçtim, ya oğlu? Biz Atakan'ın oğluna ne diyecektik? Henüz annesinin karnında, ismi bile belli olmayan o çocuğa, günü geldiğinde nasıl söyleyecektik?
Nasıl diyecektik, senin baban saçlarında aklar bile yokken öldü? Senin baban; bir damatlık giymeden, seni kucağına alamadan, sevdiği kadına doyamadan öldü mü diyecektik? Senin baban, gençliğine ağlanacak yaşta öldü.
Bir hıçkırık döküldü dudaklarımdan, göz yaşlarım kucağımdaki ellerime damlıyordu ve yaşlar birer asit damlası gibi beni yakıyordu. İnsan nasıl ölürmüş anlıyordum şimdi. Oysa benim annem ölmüştü, ben annemi Atakan'dan çok değil sadece iki ay önce gömmüştüm. Böyle değildi. Atakan'ın o toprağın altında yattığını bilmek farklıydı, zaten Atakan bütünüyle farklıydı. Onun ellerinde sevgi, merhamet ve şifa vardı. Ve şimdi bütün her şey onunla birlikte Aşiyan'da, denizi gören o kabirde yatıyordu. Hemen annemin yanında uyuyordu Atakan oysa biz hiç annemizle uyumamıştık ki.
Bir hıçkırık daha döküldü dudaklarımdan. Soluk boruma takılıp neredeyse beni boğan bir hıçkırık, yine de fiziksel acı hiçbir şeydi.Uyuşturmadan açsalar göğüs kafesimi canım şu an da olduğu kadar yanar mıydı? Hangi hastalık, hangi silah, hangi cehennem bundan daha fazla acı verebilirdi?
Bir hıçkırık daha eklendi, akrep ve yelkovanın rutin nakaratına. Bir kol mesafesi uzağımdaki kadehe yönelmek için bir hamle yaptım, ancak çoktan uyuşmaya başlayan parmaklarım bir kadehi kavramayı bile beceremedi. Önce içi boş plastik kutuya ardından maun sehpaya çarptı kadeh. Masadan akan içkinin sesi yumuşak halı tarafından yutuluyordu, keşke hıçkırıklarımda böyle sessiz olsaydı. Yine de sorun değildi, biraz sonra her şey susacaktı. Akrep ve yelkovan, hıçkırıklarım, endişelerim, korkularım ve acım, çok değil en fazla bir saat sonra hiç birinden eser kalmayacaktı. Yıkayacaklardı beni, saracaklardı ve sonra Atakan'ın yanına yatıracaklardı. Mutlu olacaktı ve mutlu olacaktım zira annemizin aksine ben, Atakan'ın göğsünde uyumayı severdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
General FictionHer ikisi de çok uzun zamandır ölüydü. Bedenlerindeki kusursuzluğun aksine her ikisi de ruhlarının çürüdüğünü biliyordu. Ruhlarından yükselen bu kokuyu saklayabilmek için pahalı parfümleri; bedenleri için yüksek tavanlı mezarları ve kaliteli kumaşla...