"Ayıplamayacaksın! Hayatta her şey oluyor."
Yalnızca ölüme hemen kavuşmak isteyen insanların saçları erkenden beyazlar, derdi babaannem. Genetik miraslar, tıbbi açıklamalar bir yanda dursun ben babaannemin bir konuda yanıldığını hiç görmemiştim. Hayatının büyük kısmında omuzlarından bir duvak gibi inen uzun, beyaz saçları ile salonun baş köşesinde erken yaşta kaybettiği dedemin fotoğraflarına baktığı bir günde neden saçlarının bembeyaz olduğunu sorduğumda vermişti bu cevabı bana. Henüz dokuz yaşındaydım, bir insanın ölmeyi neden isteyebileceği konusunda dahası ölüm konusunda net bir fikrimin olamayacağı kadar küçüktüm ve şimdi her ikisinin de ne anlama geldiğini yeterince iyi bilirken Mehmet Efe; durgun, boğuk ve koyu geceleri süsleyen yarı parlak yıldızlar gibi siyah saçlarının arasında ilk bakışta fark edilemeyecek beyazlar taşıyordu. Onu olduğundan yaşlı gösteriyor değildi ama insanda merak uyandırıyordu. Henüz bu genç yaşında şakaklarına neden kar yağdı, hangi gam hangi keder senden baharlarını çaldı diye sormak istiyordum. Oysa henüz otuz üçündeydi karşımda oturan adam, öldüğünde saçlarının arasında tek bir ak dahi taşımayan ağabeyimden bile daha gençti. Sahi Mehmet Efe gördüğün baharların kaçında dallarını ebruli çiçekler bastı yoksa benim gibi kışa, bahar kırağılarına, soğuk Kasım akşamlarına doğanlardan mısın?
"Teşekkür ederim" diye mırıldandım, bakışlarımı saçlarından çekip gözlerine bakarken. Avuçlarımın arasına bıraktığı kupa henüz el yakacak kadar sıcak değildi ama insanı mutlu eden keyifli bir ılıklık taşıyordu. Üşüyor değildim, birkaç metre ötemize konuşlandırılmış ısıtıcılar, dizlerimin üzerinde taşıdığım battaniye ve omuzlarımı örtmeye devam eden ceket beni soğuktan ve rüzgardan korumak için yeterliydi. Yine de ellerimin arasında duran basit seramik garip bir şekilde güçlü hissettiriyordu.
"Afiyet olsun." Dedi kendisi içinde doldurduğu kahveyi alıp biraz öteme otururken. Üzerinde bir tek gömleği vardı yine de ne soğuktan ne de esen rüzgardan rahatsız oluyormuş gibi durmuyordu. Üşümüyordu veyahut üşümeyi seviyordu. Oysa ben bir o kadar sevmezdim kışları, soğukları hele ki yağmurları. Sonra benim bol sütlü ve tek şekerli kahvemin aksine kahveyi çok az sütle yumuşatılmış ve şekersiz içiyordu. Kalabalıktan ve gürültüden hoşlanmadığı her halinden anlaşılıyordu halbuki ben kaos sayılabilecek kadar kalabalık ortamları, içimdeki kargaşayı susturabilecek kadar gürültü mekanları severdim. Benzemek şöyle dursun bütünüyle farklıydık bence o halde neden buradaydım, ne zamandan beri benim hoşlandığım şeylerden hoşlanmayan bir adamla takılıyordum?
"Demek böyle görünüyorsun." Dedi elindeki kupayı masanın üzerine bırakırken. Başını hafifçe yana yatırmış, bakışlarını yüzüme sabitlemişti, dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. "Kaşlarını çatmana sebep olacak kadar derin şeyler düşündüğünde."
"Hoşuna gitmiş gibi duruyor." Dedim bakışlarımı yüzünde gezindirirken. Çekincesiz bir merakla süzdüm yüzünün her bir detayını. Sol kaşının üzerinde başlayıp alnına dökülen saçlarının arasında kaybolan yara izini, göz bebeklerinde taşıdığı garip parıltıyı, gölgesi yanaklarına düşen kirpiklerini, ve dudaklarına oturan ufak tebessümü. Sert yüz hatları olduğunu söylemek yanlış olurdu, aksine ufak bir tebessüm ile birlikte aydınlanan bir çehresi vardı ama bakışları öyle değildi, alnında ve kaşlarının arasında sık memnuniyetsizler yaşadığını belli edercesine çizgiler vardı.
"Öyle." Dedi, inkar etmenin veya cevap vermeden önce düşünmenin ona göre olmadığını anlamıştım zaten."Birinin her halinden hoşlanabileceğimi düşünmezdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
General FictionHer ikisi de çok uzun zamandır ölüydü. Bedenlerindeki kusursuzluğun aksine her ikisi de ruhlarının çürüdüğünü biliyordu. Ruhlarından yükselen bu kokuyu saklayabilmek için pahalı parfümleri; bedenleri için yüksek tavanlı mezarları ve kaliteli kumaşla...