Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun damlaları salonlarını boydan boya kaplayan camdan süzülüp yere, annesinin gözlerinden akan yaşlar ise yanaklarından süzülüp oğlan çocuğunun yüreğine dökülüyordu.
Babası az ileride şöminenin yanındaki berjerde oturmuş, boş bakışlar ile annesi ile kendisine bakarken Mehmet Efe ölüyordu. On üç yaşında bir çocuğa göre fazlaca olgun olabilirdi Mehmet Efe ama hala on üç yaşındaydı. Ölmek için, öldürülmek için dahası kendi yüreğine gömülmek için çok küçüktü . Babasına duyduğu keskin öfke gözyaşlarını donduruyordu ve annesinin bu aciz hali çoktan tuzla buz olmuş kalbinde tarıfi imkansız acılar bırakmaktan öteye gitmiyordu. Oysa Mehmet Efe, annesi sanki hiç bırakmayacakmış gibi bir güçle ellerini sıkarken bağırsın istiyordu, çağırsın, ortalığı yakıp yıksın. Mehmet Efe yapamadığı her şeyi annesi yapsın istiyordu. Sedef Hanım damlaları kahve gözlerine doldurup kendi yüreğine akıtırken ağlasın değil savaşsın istiyordu Mehmet Efe.
"Ben oğlumu kimselere vermem. Kimsenin hatasının bedeli, günahının affı olmasına izin vermem." desin istiyordu. Üstelik kazanıp kazanmaması önemli değildi yine çıkar giderdi Mehmet Efe bu kapıdan, gerekirse yine öldürürdü tüm ailesini, kendisini, gerekirse kuşları yine öldürürdü Mehmet Efe ama böyle olmazdı en değerli taşların arasından seçilen kaya parçası gibi, gül bahçesinden sökülüp atılan eğreti otu gibi, evlatları değilmiş gibi vazgeçemezlerdi kendisinden. Bir başka baba kendi oğlu için dünyaları yakıp yıkarken kendi babası böyle sessiz kalamazdı. Ya kendisine bakarken göz bebekleri titreyen, annesi nasıl susardı?
Mehmet Efe içinde neyin hesaplaşmasını yaşadığını bilmiyordu ancak hayatı boyunca bir insanın çekebileceği en büyük acıyı sırtlandığını biliyordu. Sadece ailesinden koparmıyorlardı Mehmet Efe'yi köklerini söküyorlardı , toprağından üstelik her bir darbe öylesine acıtıyor öylesine kanatıyordu ki Mehmet Efe sadece susabiliyordu. Yetmezmiş gibi bir de başka bir yerde filizlensin istiyorlardı tekrardan. Farklı topraklarda büyüsün, farklı rüzgarlarda sallasın istiyorlardı dalları, farklı topraklarda gölgelik etsin. Unutsun istiyorlardı Mehmet Efe dahası Mehmet Efe'yi unutmak istiyorlardı. Sanki dünden razıymışlar gibi, sanki gitme vakti gelmiş istenmeyen bir misafirmiş gibi, sanki asıl yuvasına dönecek olan göçmen bir kuşmuş gibi öylece vazgeçiyorlardı Mehmet Efe'den. Sırtında kazağının üzerine giydiği bir hırka ile tek bir özür bile dökülmeden dudaklarından, tek bir anısını bile almasına izin verilmeden,bir buse bile bırakılmadan alnına öylece git diyorlardı Mehmet Efe'ye, gelme bir daha. Ne sen aile bil bizi ne biz seni evlat, kardeş, abi...
Halbuki Mehmet Efe biliyordu belki annesine sevgisini en az o gösterirdi ama annelerini de en çok kendi severdi, babasına hiçbir kardeşi kendi kadar hayran değildi, fazla konuşmazdı belki ama ailecek edilen sohbetler en çok onun hoşuna giderdi. O halde niye babasının günahının bedelini ödemek zorunda olan kendisiydi?
Yaşıtlarına nazaran daha olgun olabilirdi daha aklı başında, tüm öğretmenlerinin dile getirdiği gibi çok zeki bir çocukta olabilirdi ama bir türlü cevabı bulamıyordu. Neden ben? Aklının bir tarafında hep bu soru tekrar ediyordu. Ben en küçükleri değilim ki? Çağrı değilim ben. Eğer öyle olsaydı seneler sonra Mehmet Efe kendisini şöyle avutabilirdi, daha tanımıyordum bile ailemi, sadece on üç aylık bir bebektim o yüzden vazgeçtiler benden. Ama hayır o on üç yaşındaydı bugün kapı dışarı edilseler hiç hatırlamayacak kadar küçük olan Çağrı ya da hayal meyal hatırlayacak Gürbey'den çokça büyüktü.
Peki o halde neden ben, diye soruyordu bir kez daha. O Fırat'ta değildi, üç erkek kardeşin en büyüğü Fırat değil kendisi olsa bununla da bir avuntu bulabilirdi Mehmet Efe, kardeşlerimi korumak benim vazifem olmalıydı zaten diye kendisini kandırabilirdi. Ben hepsinden büyüktüm elbette onlar için bu fedakarlığı yapan ben olmalıydım diye bilirdi ama Fırat şimdi üst kattaki odasındaydı. Mehmet Efe ise on üç yaşındaki bir çocuk için epeyce geç bir saatte oturmuş, Tuğrul Haroğlu'nun göndereceği bir adamın gelip kendisini almasını bekliyordu. Peki ama neden burada bekleyen kendisiydi? Babası ile Tuğrul Haroğlu arasında neler geçtiğinin ne önemi vardı? Ona neydi? Bir babanın günahının bedelini ödemek için kişi olmak için Mehmet Efe ne günah işlemişti peki?
Ahmet Karaaslan tüm oğulları içinde babasının adını kendisine koymamış mıydı? Mehmet? Bunun da mı hiç değeri yoktu? Ya annesinin her sabah onları okula gönderirken yanağına koydurduğu buselerin hatırı? Mehmet Efe'nin günlerce anne babasına anlattığı hayallerinin hesabı da mı verilmeyecekti? Gitmek istediği okullar,yapmak istediği meslek, giymek istediği forma? Tüm bayramlar, doğum günleri, yıl başı sabahları ne olacaktı peki? Her şeyden geçiyordu da Mehmet Efe acaba anne ve babasının kalbinde hiç mi korku yoktu? Ona ne yapacaktı Tuğrul Haroğlu? Öyle ya babası, adamın oğlunun öldürmüştü. Öylece kollarını açacak değildi ya Mehmet Efe'ye? Belki o da Mehmet Efe'yi öldürmek için istiyordu zaten, belki de öldürmekten bile beter etmek istiyordu. Ama neden Mehmet Efe kurban seçiliyordu. Ne okuldan şikayet getirmişti ne de başarısız olduğu bir ders vardı. Fırat, Gürbey'in kendileri ile oynamasına izin vermeyip onu ağlatırken Mehmet Efe her seferinde kardeşinin de elinden tutardı. Okuldaki diğer çocukların aksine sapanla kuş bile vurmamıştı hiç. O zaman neden bir günahın bedeli ona ödettiriliyordu?
Her bir soru bıçak gibi saplanırken yüreğine kopardı annesinin ellerinden ellerini. Sedef Hanım'ın gözlerinden bir parça kopmuş da kendisinde büyümüş gibi duran gözlerini çevirdi annesine, konuşmadı Mehmet Efe öylece baktı .Hani anlar ya anneler, annesi de anlasın istedi. İçindeki şehirlerin nasıl yandığını,her bir köprünün nasıl birer birer yıkıldığını, limanındaki her bir gemi nasıl yansın görsün istedi annesi. Belki acımasızcaydı, belki yanlıştı ama Mehmet Efe annesinin canı da kendi gibi yansın istedi. Sarsılmaz bir kale gibi duran babasının canını hiçbir şey yakamazmış gibi duruyordu zaten o yüzden annesinin canı ikisinin de yerine yansın istedi. Sedef Hanım tüm acısını gözyaşları ile akıtmak istercesine baktı oğluna, mahcubiyetle, içinden kopan fırtına ile baktı. Tam o sırada çalındı kapı, Sedef Hanım'ın gözlerinden birkaç damla daha yaş süzüldü, Bora'nın içinde canhıraş bir feryat koptu, dışarıda tüm evin içini aydınlatan bir yıldırım düştü bahçenin ücra bir köşesine ve Mehmet Efe kan ter içerisinde uyandı.
Nefes nefese kalmıştı, dışarıda sanki o gün yeterince hafızasına dolmamışcasına felaket bir yağmur vardı. Ve Mehmet Efe'nıin canı o günkü gibi yanıyordu, yeniden kurban ediliyordu. Ancak o günün aksine bu kez içini yakıp kavuran o soru dudaklarından dökülebiliyordu:
"Vefa, neden ben?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
General FictionHer ikisi de çok uzun zamandır ölüydü. Bedenlerindeki kusursuzluğun aksine her ikisi de ruhlarının çürüdüğünü biliyordu. Ruhlarından yükselen bu kokuyu saklayabilmek için pahalı parfümleri; bedenleri için yüksek tavanlı mezarları ve kaliteli kumaşla...