"Ey gönül! Artık sana öğüt vermekten vazgeçtim; var bildiğin gibi davran! Madem ki yüzlerce bela yetmedi, bin bela bağladım sana."
İskender Pala
......................................
Elbisemin eteklerini dikkatle toplayı arabaya binmeden önce son bir kez dönüp baktım arkaya. Kabristan ziyareti yapmak için pek tercih edilen bir saat değildi, akşam ezanı neredeyse yarım saat önce okunuş gökyüzündeki alacakaranlık yerini bütünüyle lacivert bir geceye bırakmıştı. Öğlen yağan yağmurun etkisi ile yerler ve toprak hala ıslaktı. Soğuk bir gündü ve soğuk bir gece olacaktı. Öyle ki üzerimdeki kalın kaşe bile kısa ziyaretim sırasında beni soğuktan korumaya yetmemişti.
"Teşekkür ederim." Dedim, Yusuf eteğimin hala asfalta değen kısımlarını toplayıp kibarca ayaklarımın üzerine bırakırken. Kapımı aynı yavaşlıkla örterken hep yaptığı hafifçe gülümsemekle yetindi. Kolay gülümseyen ve insanları kolay gülümseten bir mizacı vardı, bir parça çocuk ama tüm bunlara ve genç yaşına rağmen çoğunlukla olgundu. İyi bir çalışan olmaktan öte iyi bir insandı Yusuf, iyi bir arkadaştı.
"Aşiyan ne demek biliyor musun?" diye sordum, o şoför koltuğuna geçip, arabayı çalıştırırken. Bakışlarım hala görüş açımda olan Atakan'ın mezarının üzerindeydi, sesim dalgın ve hafifte buğuluydu.
"Hayır Vefa Hanım." Dedi bu soruyu ona her sorduğumda olduğu gibi. Oysa bunun koca bir yalan olduğunu ikimizde biliyorduk, zira beni üç yıl önce ilk kez buraya getirdiği günden başlayarak her seferinde sormuştum bu soruyu. İkinci kez sorduğumda bütünüyle dalgınlıma gelmişti, üçüncü ise bile bile ladesti ama Yusuf her seferinde ilk kez soruyormuşum hayır diye cevaplamıştı beni, koca bir merakla açıklamamı beklemişti. "Ne demek?"
"Kuş yuvası." Diye fısıldadım o arabayı bizi çıkışa yaklaştıran bir köşeden arabayı döndürürken. "Ev demekmiş Yusuf, Mesken. Çok ilginç değil mi, çok manidar?"
"Öyle." Dedi Yusuf her seferinde olduğu gibi. "Asıl evimizin neresi olduğunu hatırlatır gibi, gökyüzünde ne kadar uçarsak uçalım en sonunda yuvaya döneceğimizi anlatır gibi."
"Ama o çok gençti." Dedim ciğerlerime buruk bir nefes çekmeden önce sitemle "Kanatlarında hiç yara yoktu, daha çok baharı vardı denizlerin üzerinde süzülmesi gereken.Neden bir kafese girmek zorundaydı ki?"
"Cevaplaması güç sorular soruyorsunuz Vefa Hanım." Dedi tıpkı bana bu cümleyi ilk kurduğunda olduğu gibi anlayış ancak sıfır tereddütle. Oysa henüz yirmi yaşındaydı o zamanlar, işteki üçüncü günüydü ve benim kadar burnu havada bir patrona söylenmesi gereken son cümleydi. "Bu sorunun cevabını size ben veremem." Diye devam etti hep olduğu gibi sükunetle. "Pek çokları da veremez. Ama sizde bir cevap istemiyorsunuz zaten, siz insanları cevapsız bırakacak kadar haklı olmak istiyorsunuz. O halde haklılığınız sizin olsun Vefa Hanım, ancak uyarıyorum haklı olmak bir işinize yaramaz. Haklılığınız ağabeyinizi geri getirmeyecek ya da ileride sizden kopabilecek hiçbir canında önüne geçmeyecek. Ama siz daha çok üzüleceksiniz. Yapmayın, hayatınızı koca bir yas ile heba etmek için ağabeyinizden bile daha gençsiniz."
Hafifçe yutkundum artık ezbere bildiğim kelimeler Yusuf'un ağzından sırasıyla dökülürken. O kadar genç birinde bulmuştum ki uzun süredir aradığım teselliyi eğer ağlayabiliyor olsaydım boynuna sarılıp saatlerce ağlardım. "Bir gün." Dedim bir kez daha yutkunmadan hemen önce "Ağabeyimden bile daha genç olmayacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
General FictionHer ikisi de çok uzun zamandır ölüydü. Bedenlerindeki kusursuzluğun aksine her ikisi de ruhlarının çürüdüğünü biliyordu. Ruhlarından yükselen bu kokuyu saklayabilmek için pahalı parfümleri; bedenleri için yüksek tavanlı mezarları ve kaliteli kumaşla...