"Bir yerden sevmeye devam edebilir miydim?"
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Buhar, banyo aynasının üzerini adeta bir astar misali kaplıyor ve yansımama tül bir perdenin ardından bakıyormuşum hissi veriyordu. Yine de kendi yansımama duyduğum yabancılığın sebebi buhar değildi, yatağımın üzerinde, şakayık buketinin hemen yanında duran kağıdı süsleyen çizimdi. Kaç sene önceki Vefa'ydı o kağıttan bana bakan, üç belki de dört. Saçlarım hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar kısaydı. Venedik'e gittiğim tek seferden hemen önce olmalıydı, bir belki de iki hafta önce. Yanaklarım hafifçe çökmüş, göz altlarımdaki morluklar ilk bakışta bile göze çarpacak kadar kötüleşmişti. Üzerimde Alparslan'a ait bir gömlek vardı ve tıpkı bugün olduğu gibi onun evindeydim. Soğuğa rağmen sadece bir gömlek ile çıktığım balkonda gazeteciler tarafından çekilmiş bir fotoğraftan ilham alınmış bir çizimdi. O fotoğrafı hala hatırlıyordum, sonrasında Alparslan'ın sevgilim olduğu ile ilgili bir yığın haber çıkmıştı ta ki ben Faruk ile Venedik'e gidinceye kadar. Ve Faruk'tan sonra sevgililerim konuşulmamıştı zaten. Vefa Şahzade özel uçağıyla gittiği Avrupa'dan bir ambulans uçakla, neredeyse ölmek üzere dönünce bütün erkekler önemini yitirmişti haliyle.
Sağ elimi kaldırıp, elimi serin cama yasladım. Bir iki kez hareket ettirip buharı, bileklerime doğru yol alan su damlacıklarına dönüştürürken kendime bakıyormuşum gibi hissetmiyordum. Saçları bedenine sardığı havluya dökülen, uzun, esmer bir kadın. Güzel bir kadın. Ama daha fazlası yoktu. Yansımanın sahibi ben değilmişim gibi geliyordu. Sadece kocaman bir öfke denizi vardı, dalgalı olmaktan çok uzak durgun ve neredeyse lacivert bir deniz, hayal kırıklıklarım irili ufaklı çakıl taşları misali düşüp dalgalar oluşturuyordu. Kaldı ki ben hayatımdaki çoğu kişiyi öfkelenecek kadar önemsemezdim, geri kalan pek az kişiyi ise öfkelenemeyecek kadar fazla önemserdim. Mehmet Efe Karaaslan ise kısa sürede bir istisna olmayı başarmıştı, daha azı beklenemezdi ancak neredeyse inanacak olmak kendime de öfke duymama sebep oluyordu. Bütün bir teslimiyet ya da kalbin en derinlerinden hissedilen güven gibi değildi ama seneler sonra ilk kez biri acaba mı dedirtmişti. Acaba birine güvenebilir miyim? Acı yoldan öğrenmenin de benim kaderim olduğu ortadaydı. Islak ayaklarıma aldırış etmeden ilerledim yatak odasına. Attığım adımlar saçımdan düşen damlalar ile birlikte, Alparslan'ın her daim lekesiz olan parkelerinde evdeki varlığımı kanıtlarcasına izler bırakırken sakinleşmek için kendimi teskin bile etmedim. Sinirleneceğimi biliyordu o halde karşılığını alacaktı. Çiçek buketinin yanına atılmış telefonuma uzandım. Son günlerde o kadar fazla konuşmuştuk ismine ulaşmak adına rehberde aşağıya inmeme gerek bile yoktu, sık arananlar kısmında üst sıraları Nil ve Aylin ile birlikte paylaşıyordu. İkinci çalışta açıldı telefon.
"Vefa." Diye açtı telefonunu hep olduğu gibi. Asla başka bir kelimeye gerek duymuyordu, adımı söylemeye bir fırsat arıyormuş ve ben O'na buna sunuyormuş gibi veyahut aklına gelen ilk kelime ismimmiş gibi.
"Beni takip ettiriyorsun." Dedim, sesim buz gibiydi ama boğazımda yutkunmamı zorlaştıran bir yumru vardı. Broştan başlayarak her gün yalıya yolladığı hediyeler ve onlara iliştirişmiş notlar güzeldi, akıl çelecek kadar güzeldi hem de. Ama şimdi Alparslan'ın evindeyken ve Mehmet Efe'nin bu gece burada olduğumdan haberi yokken –bu gece burada olduğumdan Nil, Seçkin ve Alparslan'dan başka kimsenin haberi yokken- kapıda hediyelerin belirmesi sadece hayal kırıklığı yaratıyordu. "Ben böyle şeylerden hoşlanmam Mehmet Efe."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
General FictionHer ikisi de çok uzun zamandır ölüydü. Bedenlerindeki kusursuzluğun aksine her ikisi de ruhlarının çürüdüğünü biliyordu. Ruhlarından yükselen bu kokuyu saklayabilmek için pahalı parfümleri; bedenleri için yüksek tavanlı mezarları ve kaliteli kumaşla...