3.1

2.9K 172 44
                                    

31 sjsjsjsjsjsj eheheheh VNJFSKCJMSIFADŞLSXZ

<3

Her zamanki kıyafetlerimi giyinip salonun duvarındaki küçük aynaya gittim. Yakalarımı düzeltip iki kulağımın da arkasına bir kere parfüm sıktıktan sonra hazırdım. Masada duran tespihimi elime alıp bir kaç kez çevirdikten sonra elimde tutmaya başladım. Çıkmadan önce günlük rutinimi yapıp Necati'nin küçük kafasını bir öpücük bıraktım. 

"Evin ağzına sıçma yoksa gelince ben sıçarım senin ağzına" uyarılarımı da yaptıktan sonra demir kapıyı açarak dışarı çıktım. Ayakkabılarımı giyinip kapıyı ardımdan kapatacakken merdivenlerden ayak sesleri geldi. 

Daha görmeden kim olduğunu anlamıştım ve kalbim hızlanmıştı. Yunus ile konuştuğumuz o günden sonra her gün düşünüyordum. Ben gerçekten Şafak'a aşık mıydım? Bu 30 yıllık hayatımda bir çok kadını güzel bulmuştum. Peki ya erkekler? Tamam bazen yakışıklı olduğunu söylediğim ve gerçekten öyle bulduğum arkadaşlarım vardı ama asla o anlamda bakmamıştım. Hiç bir cinse asla o anlamda bakmamıştım. Bir nevi benim ilk aşkım gibiydi.

O gün Yunus'u cevapsız bırakmıştım. Ki o da zaten bir cevap beklemiyordu ki sessiz kalmıştı ve sonradan evine bırakmıştım. O bana kendimi sorgulamam için süre tanımıştı. Kendi içinde yaptığı aşk tanımından sonra gerçekten aşık mıydım? Aşk her zaman duyguların en güzeli olmamış mıydı? Peki Şafak'ı her gördüğümde çıldırmış gibi atan bu kalbim aşkın belirtisi miydi?

Şafak bana her şirinlik yapmaya çalıştığında, her sinirlendiğinde bana tatlı gelen tavırları ve yüz ifadesi, sarhoş olduğunda ağzına geleni söylemesi ve bundan asla rahatsız olmamasını tatlı bulmam, yüzünde tek bir kusur bile bulamamam, kokusunun cennette yapılmış bir parfüm olduğunu düşünmem, başka ellerde gördüğümde içimdeki ufak sinir, utandığında gözlerini kaçırması ve hafif kızarmasının beni keyiflendirmesi ve her güldüğünde istemsiz benimde sırıtmak istemem. Bunlar gerçekten aşk mıydı? 

30lu yaşlarında ve aşkı asla tatmamış bir insan, kalbinin taştan olduğunu düşünürken aşkı bulmuş olabilir miydi?

Bunlar harikaydı. Eğer aşıksam bu gerçekten harikaydı. Ona karşı hiçbir engel karşıma çıkamazdı. Cinsiyetini asla görmezdim bile. Fakat şuan gördüğüm tamamen dağılmış Şafak'ın benim eserim olduğunu bilmek beni çok kırıyordu. 

Bir insan sevdiğini üzmezdi değil mi? Çünkü onun üzülmesi kendisi için cehennem olurdu. Bende Şafak'ı merdivenlerden ağır adımlarla, elindeki çöp poşeti ile inerken gördüğümde tam anlamıyla cehennemi yaşamıştım. 

O minik kalbi, kalbin asıl sahibi kırmıştı. Ne kadar üzgün ve mahvolmuş olduğunu burada anlatmaya çalışmayacağım. Çünkü zaten önümde gözlerinin altı mosmor, çökmüş suratı ve omuzlarıyla duran Şafak bunu gayet iyi bir şekilde açıklıyordu. 

Beni bu kadar mahvolacak kadar seviyor muydu gerçekten? 

"İzninle" Ağlamaktan olduğu belli, yorgun ve hafif çatlamış sesiyle neredeyse duyulmayacak derecede konuştuğunda ilk başta anlamasam da anladığım zaman merdivenlerin ortasında duran bedenimi kenara çektim. O demir kapıyı güçsüz ve ağır hareketlerle açıp dışarı çıktığında ağzımı açıp tek kelime bile edememiştim. Sahi ne diyecektim ki zaten? Daha hislerimden bile emin değilken bir anda onunla konuşup, onu tekrar kırmak yapılabilecek en yanlış şeydi. 

Onun gidişini izledikten sonra sanki onun haftalar süren yorgunluğunu ben çekmişim gibi bir iç çektim. Bir süre daha kapının önünde mal gibi durduktan sonra bende çıktım. Her zamanki gibi kahveye ilerlerken aklıma bizim sanayiye son zamanlarda uğramadığım gelince biraz kafa dağıtmak için o yöne döndüm. 

Çoğunlukla sanayilerin olduğu sokağa girdiğimde değişen hava beni biraz da olsa motive etmişti. Sanayi sokaklarının farklı bir havası olurdu. Buradaki herkes birbirinin aynıydı. Mahallede olduğu gibi herkes herkesi tanır yaşlılar gençleri kendi çocukları gibi benimserlerdi. Kimse kimseye yüksekten bakmazdı. Ki bakamazdı da zaten. Burada herkesin cebine giren para aynıydı. Üç beş kuruş işte. Ama buradaki samimiyeti hiçbir yerde bulamazdınız. Bu sokaklarda ayak üstü öyle koyu muhabbetler edilirdi ki zaman nasıl geçer anlamazdınız.  

Benim dükkanın önüne geldiğimde gençler hemen yanıma gelip selam verdiler. Onların hepsini tebrik edip, boş boş takılanları azarladıktan sonra dükkana girdim. Küçük iki tane sanayim vardı. Biri araba sanayisi diğeri ise mal, eşya sanayisi. Her ikisinde de evine ekmek parası götürmek için elinden geleni ardına koymayan delikanlılar çalışırdı. Hiçbirinin kötülükle işi olmazdı. Tek dertleri ailelerine güzel bir hayat sunabilmekti. Bu yüzden her zaman maaşlarını onlara fark ettirmeden daha da arttırırdım. Bazen fark edip inkar ediyorlardı onlarda da ben ısrar edince pes ediyorlardı.

Her şeyin yolunda olduğunu gördüğümde hepsiyle son kez konuşup geri Yunus'un mekana yürüdüm. Vardığımda hemen gidip her zamanki yerim olan ve mahalleyi tamamen görebileceğim noktaya geçip oturdum. Etrafıma bakınırken içeriye seslendim. "Yunus çırağa söyle bana bir şekerli çay getirsin" bir kaç dakika sonra önüme koyan çay ile hiç bakmadan eyvallah dedim. Fakat sonrasında duyduğum tanıdık ses ile hemen kaşlarımı çatıp kafamı kaldırdım. "Rica ederim abi"

"Savaş?"

Savaş bana gülerek bakarken içeriden Yunus çıktı ve elini Savaş'ın omzuna atıp "Acil iş arıyormuş. Malum benim çırakta okula başladığı için onu çok yormamak istedim. ben de Savaş'ı aldım" dedi. Savaş onu kafasıyla onayladıktan sonra bende gülümseyip "Hayırlı olsun o zaman" dedim. Savaş teşekkür edip diğer adamlarla ilgilenmeye başladığında ben de çayımdan yudumlayarak mahalleyi izledim.

Çoğunlukla tavla oynayarak azıcık mahalleyi izleyerek azıcıkta yaşlıların siyaset sohbetlerine girerek bir günü daha tamamlamıştım. Zaten buraya birazda olsa kafamın dağılması için gelmiştim. İşe de yaramıştı. Bu süre zarfında Şafak'ın yüzünü düşünmek harici hiçbir şeyle meşgul etmemiştim beynimi. 

Hava karardığında son kez bakkala uğrayıp iki ekmek aldıktan sonra evin yolunu tuttum. Sessizlikten dolayı kafamdaki bitmeyen düşünceler ile baş başa kalmıştım. Yaw ne zor şeymiş bu aşkta ha! Bir dakika boş bıraktırmıyor insanı. İnsanlar kendilerine yapılan bu eziyetin neyini seviyordu amk? 

Bu sefer aşka olan sinirlerimle evin kapısının önüne kadar geldiğimde arkamdaki bahçe kapısı açıldı. Şafak görüş alanıma girdiğinde sabah gördüğüm gibiydi. Hiçbir değişikliği yoktu ve bu kalbimin bedenime ağır gelmesine neden oluyordu.

Bana bakmadan bakışları yerde yanımdan geçecekken kendimin bile tahmin edemeyeceği sadece kalbime uyarak kolunu tuttum. 

"Şafak-" dememe kalmadan elini kolundaki elime atarak uzaklaştırdı. "Lütfen Tuğkan. Hiçbir şey konuşmak istemiyorum. Diyeceklerin her ne ise bunlar beni sadece daha fazla kıracak. Bu yüzden lütfen konuşma. Lütfen konuşmada kendi kurduğum dünyada yaşamaya devam edeyim" dediğinde o an kendimden nefret ettim. Nasıl bir insana bunu yaşatabildim?

Nasıl sevdiğime bunu yapabildim?

O an hiçbir şeyi umursamadım. Sonrasını veya yarınını. Sadece o ana odaklandım. O an yapmak istediğime odaklandım. Ve aklımda, kalbimde bana aynı şeyi söylüyordu. Sen aşıksın Tuğkan. Sen Şafak'a onun mutluluğuyla mutlu olup onun üzgünlüğüyle kahrolacak kadar aşıksın. Sen Şafak'a dikenlerinin canını acıtacağını bildiğin halde aşıksın. 

Ve tekrar hiçbir şeyi umursamayarak tadını ölümüne merak ettiğim dudaklara yapıştım. Bir nevi ölüm gibi de oldu bu dudaklar. Ölüm gibi hissettirdi ama kimse ölmedi. 

-

ÖBÜŞTÜLER!











KOMŞU »BxB«Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin