8. Bölüm - Zalim

227 20 2
                                    

   Zor bir geceydi. Anılar, düşünceler, olasılıklar, sorular ve asla kavuşulamayan cevaplar zihnimi sürekli meşgul ediyor; birbirini kovalayan kâbuslar uykularımı yarıda kesiyor, dışarıdaki fırtınanın uğultusu saraya kötücül ruhların senfonisi gibi doluşuyordu. Sonunda güneş doğmuş, gökyüzü uçuk maviye bürünmeye başlamıştı. Bulutsuz ve rüzgârlı bir gün olacağa benziyordu, bu yüzden odadan çıkmadan önce üzerime siyah, yarım kollu, ayak bileklerime dek uzanan bir hırka aldım ve henüz kimse odasından ayrılmamışken merdivenleri inmeye başladım.

Saat öyle erkendi ki çalışanlar bile ortalıkta görünmüyordu. Muhtemelen kahvaltı, etkinlik hazırlıkları ve rutin temizliklerle meşguldüler. Bu işime gelirdi çünkü birazdan yapacağım şey, bu saraydaki hiç kimsenin hoşuna gidecek türden bir hareket değildi. Zemin kata geldiğimde durmadım ve sarmal merdivenlerin diğer ucuna yürüyüp daha da aşağı inmeye başladım: Zindanlara.

Aşağı indikçe nemlenen ve ağırlaşan havaya bir de ciğerlerimi yakan, yoğun bir naftalin, küf ve çürük gıda kokusu sardı.

Midem tepetaklak olsa da, elimi karnımın üzerine bastırıp devam ettim. Attığım her adım nefes almamı biraz daha zorlaştırıyordu; koku ve basık atmosfer öyle kötü bir birleşimdi ki, bir insanın burada yaşayamayacağı daha merdivenlerde iken bile aşikârdı. Bu yüzden gerek nefesimi tutarak, gerekse hırkanın yaka kısmıyla ağzımı ve burnumu kapatarak ilerlemeye devam ettim. Sonunda ışıklar tamamen yok oldu ve geriye, taştan duvarlara gölgeler bırakan meşalelerle uzanan bir koridor çıktı. Bu duvarların tam karşısında bölmelere ayrılmış, parmaklıklarla kaplı odacıklar vardı. Kokunun kaynağı burası olmalıydı; haftalardır ortadan kaldırılmamış bir çöp kendi kendini tüketiyor gibi kokuyordu ve kusmamak için kendimi oldukça zor tutuyordum. Öyle keskin bir atmosferdi ki bu, sulanan gözlerimi kısmak zorunda kaldım. Ancak daha da dehşet verici bir şey varsa, o da burada parmaklıklar ardında bulunan kimse olmamasıydı. Bu kokunun kaynağını tahmin etmek bile beni dehşete düşürüyordu.

Daha fazla dayanamadım ve yana eğilip saçlarımı yüzüme siper ederek kusmaya başladım. Midem neredeyse boştu, o yüzden bu eylem yalnızca birkaç öğürmeyle sınırlı kalsa da içim dışıma çıkmış gibi hissediyordum. Sonun nefes nefese doğrulup elimin tersini dudaklarıma bastırdım ve sulu gözlerimi kırpıştırdım. Hiç tanımadığım bu adam için duyduğum üzüntü çok yoğundu, hayatının burada yitip gittiğine inanamıyordum.

Ancak bir şeye inanıyordum ki, onu parmaklıkların ardında olsa bile öldürebilmiş olan bu kadının tam bir yaratık olduğuydu.

Nefessiz yatan adamın yanına doğru küçük, sarsak adımlar atıyordum ki onun derinden gelen, boğuk sesini duydum. 

"Miden kaldırmadı demek... Tam olarak soylu bir prensessin, Nelsonnn..." Soyadımı yılan tıslamasına benzer şekilde uzatıp boğuk bir kahkaha attığı sırada, parmaklıkların karşısında durdum ve gözlerimi, meşalenin ışığı yüzüne vuran kişiye çevirdim.

"Seni görmek de çok güzel, Regina." dedim ifadesiz bir şekilde ve hiçbir tını taşımayan sesimi yükselttim. "Çok güzel görünüyorsun, farkındasın değil mi?"

Bunun ironi olduğu ortadaydı çünkü kelimenin tam anlamıyla berbat görünüyordu. Yüzü öyle incelmişti, öyle sararmıştı ki bu hastalıklı görünümünün ardında yatan eski kraliçeden eser kalmamıştı. Birbirine dolanmış, bir yapıştırıcıyla sertleşmiş gibi duran saçları, incecik yüzünün tepesinde peruk gibi kalmıştı, yırtık pırtık elbisesi ise kan, toz ve çamur içindeydi. Büyülü parmaklıklardan saçılan soluk, mor renkli ışıltı küçücük kalmış gözlerine vuruyor ve onu olduğundan daha da ürkünç gösteriyordu.

Regina'nın gözleri yüzümde dolandı. Her şeye rağmen yüz hatlarının güzelliği oradaydı, kendisini belli ediyordu. Buradan çıktığı an toparlayacağına şüphem yoktu ancak dersini almışa ya da alacağa benzemiyordu.

ATEŞİN VARİSİ 2 - KAYIP NEFES (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin