21: Sen bizim kıymetlimizsin.

49 11 10
                                    

Luhan minderde oturmuş beni izlerken ben odanın içinde bir ileri bir geri yürüyordum. Bakanları ve alimleri düğünümüze davet ettiğinden beri birkaç saat geçmişti. Benim bile yeni haberimin olduğu düğünümüz... Saçımdaki pini ve altın tokayı çıkarıp aynanın yanına attım. Saçımdaki yarım topuzu çözüp parmaklarımı saçlarımın arasına geçirip kafa derime hafifçe masaj yapmaya başladım. Başım zonkluyordu. Sanki biri kafama Sefiller ile vuruyordu. Derin nefesler eşliğinde ağrıyan başımı rahatlatmaya çalışırken belimde hissettiğim kollarla gözlerimi açıp, ellerimi indirdim. Luhan' a o kadar sinirliydim ki kral oluşundan korkmasam kıçına bir tekmeyle odadan dışarı atardım onu. Birkaç gün de gözüme gözükmemesini söylerdim. Ama yapamıyordum işte. O kraldı çünkü, sağı solu da belli olmuyordu ayrıca. Belimden tutup beni kendine doğru döndürürken itiraz etmedim ama şu an kimseyi görmek istemiyordum. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. İşaret parmaklarını şakaklarıma koyup dairesel hareketlerle ovmaya başladı. Gözlerim istemsizce kapandığında konuşmaya başlamasıyla tekrar açtım.

"Bize kızdığın için mi başın ağrıyor?"

Birkaç dakika önce bakanlara o ateş saçan, deli bakışları atan bu adam nasıl oluyor da evin içinde futbol oynarken annesinin vazosunu kırmış çocuk gibi masum ve suçlu bakabiliyordu, anlamıyordum. Hala yalnız kalmak istesem de bu masum yüzüne dayanamadım ve ellerini umursamadan alnımı alnına yasladım.

"Neden? Neden benimle ilgili karar alırken bana hiç sormuyorsunuz? Neden herkesle beraber haberim oluyor? Benimle konuşup öyle karar alsanız olmaz mı?"

"Sehun biz-"

Sözünü kestim. Çünkü şimdi sadece beni dinlemesi gerekiyordu.

"Sizin için özel olduğumu düşünmüştüm. Bana değer verdiğinizi... Ama görüyorum ki ben de herkes gibiyim. Diğerlerine nasıl muamele ediyorsanız bana da öyle davranıyorsunuz. Onların hayatını nasıl önemsemiyorsanız, benimkini de önemsemiyorsunuz."

Ellerini yanaklarıma atıp alınlarımızı ayırdı. Şaşkınca yüzüme bakıyordu.

"Sehun bunu nasıl söylersin? Seni nasıl sevdiğimizi, nasıl önemsediğimizi göremiyor musun? Seni korumak için her şeyi yapıyoruz. Yüksekte olana kimse dokunmaya cesaret bile edemez diye sana rütbe vermeye çalışıyoruz. Hepsi senin için. Senin yanımızda kalman için."

Küskünce baktım yüzüne. Haklı gerekçeleri olsa da bana danışması, benimle de bu konu hakkında konuşması gerekirdi. Kendi hayatımda olan gelişmeleri diğer insanlarla birlikte öğrenmeyi hak etmiyordum.

"Haklısınız. Ama beni de anlayın. Bu yaptıklarınız benim hayatımı da ilgilendiriyor ama benim haberim bile olmuyor. Saraya taşınacağımı odamı toparlayan cariyelerden öğreniyorum. Kral Eşi olduğumu bakanlarla birlikte öğreniyorum. Bu bana haksızlık değil mi? Bunlar kendimi değersiz hissetmeme sebep olmaz mı?"

Yüzümün her yerine öpücükler kondurup sıkıca sarıldı bana. Boynumda nefeslerini hissedebiliyordum.

"Doğru söylüyorsun. Seninle konuşmayarak yanlış yaptık. Bir daha olmayacak. Sakın kendini değersiz hissetme. Sen bizim en kıymetlimizsin."

Vay be! Kendini en doğru gören krala bile yanlış yaptığını itiraf ettirmek bu kadar kolaymış demek. Kendi kendime hayret edip ben de kollarımı onun sırtına doladım ve sıkıca sarıldım. Ben de böyleydim işte. Surat asıp küsmek yerine içimdekileri söyleyip, karşımdaki insanın açıklamalarını dinlemeyi ve affetmeyi tercih ediyordum. Susarak bir yere varılmazdı çünkü. Konuşmak ve çözüm bulmak en iyisiydi. Bu sayede sevdiğim adama sarılabiliyordum şu an. Boynundan sertçe öpüp geri çekildim.

Long Live the KingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin