13: Unuttun mu anne?

64 12 16
                                    

Sırtım ağrıyor, bacalarım yanıyordu. Kanatıp yara yapacak kadar çok kırbaçlamamışlardı bacaklarımı ama kırmızı kabarık izler vardı. Sabahki yaşadığım bu acı dolu olay asla unutamayacağım bir şeydi. Ağlamaktan gözlerim şişmiş, yüzüm kızarmıştı. Beni iyice tehdit ettikten sonra kalkıp gitmemi istemişti ama bacaklarım çok acıdığı için kendim kalkamamıştım. Kenarda duran ve bana acıyarak bakan iki cariye kalkmama yardım etmişler hatta odama kadar getirmişlerdi. Kendimi yüz üstü yatağa attığımdan beri ayağa kalkmamıştım. Öğle yemeği vakti geldiğinde Luhan' ın yanına nasıl gidecektim onu da bilmiyordum. Cariye kızlar giderken bana bunu krala söylemememi yoksa kraliçenin daha da acımasız olacağını tembihlemişlerdi. Bu tavsiyeye uyup uymama konusunda kararsızdım. Sanırım söylememek daha mantıklıydı. Kocakarıyı kızdırmak istemiyordum. Kapım çalınınca yüzümü kapıya dönmek istedim ama hadımlardan biri sırtıma oturduğu için ağrım vardı. Dönmek zor geliyordu.

"Gelin."

Göz ucuyla gelene baktığımda Gao amca olduğunu gördüm. Geri döndüğümden beri atölyeye gitmeyince merak etmiş olmalıydılar.

"Shixun? Bu halin ne?"

Hızlıca yanıma gelip oturdu.

"Ne oldu sana, neren acıyor?"

Böylesine ilgi görünce dayamazdım hiçbir zaman. Kolay ağlayan biri değildim ama üzgün birine ne olduğunu sorarsanız ağlardı işte. Bu yüzden benimde gözlerim dolu dolu olmuş, çenem şeftali çekirdeği gibi buruşmuştu. Yine de kendimi tutuyordum.

"Bacaklarım..."

Gao amca yavaşça bacaklarımı sıyırınca şaşkın bir nida bıraktı.

"Hiii! Kim dövdü seni? Vah oğlum vah!"

"Amca kırbaç izi bunlar. Hekimlerden ilaç getirir misin? Süreyim, birazdan kral beni emreder huzuruna."

Gao amca başını olumlu anlamda sallayıp hemen çıktı benim odamdan. Birkaç dakika sonra yanında gençten bir oğlanla çıkageldi. Oğlan hekimlere yardım eden çalışanlardan biri olmalıydı. Çünkü hiçbir hekim basit bir saray çalışanına bakmak için gelmezdi. Genç çocuk yatağımın kenarına çöküp bacaklarıma ıslak bez koydu. Şimdi hem acıyor hem de kaşınıyordu yaralarım. Soğuk, ıslak bezi çekip güzel kokan bir kavanoz açtı ve içinden aldığı merhemi bacaklarıma sürdü.

"Bu merhemi başucunuza bırakayım, gece de sürünüz. Hem yaralarınızı iyileştirecek hem de iz kalmamasını sağlayacak. Yaralarınız iyileşince içinde kalan olursa geri getirirsiniz."

Merhemi sürdükten sonra bezle sardı bacaklarımı ve gitti oğlan. Gao amcayla baş başa kalmıştık. Sanki bir şey sormak istiyor da soramıyor gibiydi.

"Sor hadi."

"Huh?"

"Neyi merak ediyorsan sor."

Gao amca çişi varmış gibi kıpırdanmayı bırakıp bana doğru eğildi.

"Kral ve sen şey misiniz?"

Anlamamış gibi yaptım. Ne kadar geç bilirse o kadar iyiydi.

"Ne miyiz?"

"Şey işte yahu, anla."

Ne diyecektim? İnkar etmem, gözün gördüğünü değiştirir miydi? Ama kabul edersem de herkes açık açık bunu konuşma fırsatı yakalardı. Şimdilik kapı arkasında edilen dedikoduları görmezden gelebiliyorduk ama her şey açıklığa kavuşursa dedikodular görmezden gelemeyeceğimiz bir boyuta ulaşacaktı.

"Yorgunum amca, biraz uyuyayım."

"Eh? Tamam, ben çıkayım."

Gao amca çıkınca başımı pencereye doğru çevirdim ve terası izledim. Öğle yemeği vakti gelmiş olmalıydı. Birazdan Hadım Lin beni almaya gelirdi. Bacaklarımın arkası bu haldeyken ne bağdaş kurabilirdim ne de dizlerimi kırıp oturabilirdim. Luhan' ın yanında ne yapacaktım ben?

Long Live the KingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin